Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Aralık 2017 Cuma

mami

mavi umudun rengidir. öyle denir ya hep. herkes için öyle midir bilemem tabi ki ama hangimiz gökyüzüne bakıp bi an olsun içimizdeki kasvetten arınmayız ya da bir deniz kıyısında hangimiz somurtabiliriz ki... bu yüzden maviye umut demişler... zeynom da umudun rengini öğrendi: mami!

daha önceki postlardan birinde öğrendiği kelimeleri yazmıştım. heyecanla yeni kelimeler öğreniyor, bazısını unutuyor, bazısı zor geliyor, bazısını sevmiyor. ama mami'yi pek sevdi. başka zamanlarda da yeni sözcükler yeni renklerden bahsederken ben ona, o hemen bana bir mami bulup gösteriyor. ve onun bu anları, başka anları hatta zorladığı anları bile hayata ilişkin bir mami, bir umut oluyor. en canımın sıkıldığı, belki en umutsuz en mutsuz olduğum bir an; zeyno'nun bejna'ya sarılıp onu öpücüklere boğduğu, bejna'nın kardeşini eğlendirmek için oyun kurduğu bir minicik anla yok oluveriyor, tanrım bu mutluluğu hak edecek ne yaptım ben duygusuna teslim ediyor yerini. bejna'nın ışıklı gülüşü, zeyno'nun haylaz bakışları kasvet dolu, gri dünyayı yeşertiyor yeniden ve maviye boyuyor.

şimdi, bu satırları okuyanlar klasik bulacaklar bunları. ama anne - baba olanlar anlayacaklardır eminim. şu an 20 aylık olan zeynom, afacanlıkta sınırları zorluyor. eminim büyüdüğünde pek kızacak benim bunları yazmış olmama... ama kusura bakmasın valla yazmakla da kalmayıp herkeslere de anlatacağım nihahaha :) sen misin beni bezdiren sevgili kuzum. biz artık alıştık ama evimize gelenler ya da dışarda bir anımıza şahit olanlar bile şaşkınlık ve yorgunlukla izliyorlar kendisini. park, restaurant ve alış-veriş merkezleri gibi kalabalık ortamlarda iyice coşan kızım bir merhaleden sonra insanların kınayan bakışlarıyla baş başa bırakıyor beni. çünkü istediği şeyler en uç afacanlıklar. mesela ablasının minik sandalyesi elinde evin her yanını dolanıyor. sandalyeyi illa kendisi taşıyor, o minik cüssesiyle. elde sandalye dolaşmasının sebebi tırmanılacak yerler araması. bu sayede tv ünitesine tırmanıp, çeşitli edavatı vidikleyip yine konsol üzerinde ona albenili gelen incik cinciklerle oyun oynayabiliyor. evde karalanmadık duvar kalmadı diye vahlanırken karalanmadık koltuk kalmadığını da dehşetle farkettik. bu da yetmezmiş gibi sandalyenin üzerinde ayakta durmaktan sıkılıp sırtlığına çıkmak, koltukların köşe kısımlarına çıkıp ayakta dimdik durmaya çalışmak en büyük zevkleri. adrenalin adrenalin diye gezinen zeyno düşüp kendine zarar vermesin diye sandalyeyi sakladık bu kez oyuncak kutusunu boşaltıp ters çevirerek üzerine çıkmalar başladı. oyuncak  kutusu onun düt düütü aynı zamanda. faruk kutunun yan tarafını delip kordon bağlamış, bu sayede zeyno içine oturup evde düt düütü ile geziyor. tekerlekleri de olan bu kutu şu an evde en sevdiği şey. tabi bejna da bu düt düüütü pek sevdi ama o içine sığamıyor. oyuncak kutuları ve bilimum kutuların, çamaşır sepetlerinin içine girip keyif sürdüğü günleri de çoktan unutmuş. hatırlamadığı için bu zevkten mahrum kaldığını düşünüp gamlanıyor.

bejna ise bu aralar ödevleri, kitapları ve müzikle uğraşıyor. kendi kendine oyunlar kuruyor. güzel resimler ve tasarımları da unutmayalım elbette. bir de hazırcevaplığı ve esprileri ile bizi kırıp geçiriyor. bu arada faruk sayesinde izlediği güzel filmler ona büyük katkı sağlıyor. neredeyse izlenmedik film bırakmadılar. izlediği filmler arasında bağlantılar kurup yorum yapmaya başlayan bejna bazen yönetmenini bilmediği bir filmin tekniğinden hangi yönetmene ait olabileceğine dair tahminler yürütmeye de başladı. bir diğer ilgi alanı da futbol oldu bu sıralar. bilhassa galatasaray maçlarını takip etmeler, teknik direktörün değişip değişmemesi mevzusu, maçlarda yapılan hatalar da küçük hanımın ilgi alanında. bir bjk'li olarak konu beni aşıyor ve yorum yapmıyorum :)))

şimdilik bizden bu kadar, bir başka yazıda görüşmek üzere,

esen kalın....

12 Aralık 2017 Salı

günce

sevgili günlük,

seni unuttum sanma. aslında ne çok yazasım var amma hayat işte... aman bizi bu telaş yaşatsın diyeyim en sonda söyleyeceğimi en başta diyerek.

aylardan aralık hatta ortasına bile geldik... ne çabuk ne çabuk... bu ne hız be yıllar... herşey herşey çok hızlı akıyor. ama bu hal hiç de hayran bıraktırmıyor kendine. şairin dediği gibi olmuyor yani.

   «— Her şey değişip akmada,
                    bu hâl beni hayran bırakmada..»
olmuyor günümüzde artık. 


"Heraklit, Heraklit; ne akıştır bu!.
ne akıştır ki bu, dalgalarında
                     dağlıdır alnı en mukaddes putun
                     kızgın demir damgasıyla sukutun.
Gebedir her sukut bir yükselişe.
Ne mümkün karşı koymak
                               bu köpürmüş gelişe..
Heraklit, Heraklit!.
       akar suya kabil mi vurmak kilit?"


akıyor zaman... sadece hayran bırakan minnacık çocukların büyümeleri, hayata sunduğu sonsuz neşe ve enerjileri. Onun dışında insanoğlu durup düşünmeden ilerliyor büyük bir hızla. ama ilginç olan bu ilerleyiş içinde bir durağanlık olduğu. elimizde akıllı telefonlarla oturduğumuz yerde bir ilerleyiş içindeyiz. ama gerçekten çok sıkıcı bu durum. o yüzden telefonları elimizden bırakıp serin sularda yüzüp güneşin koynunda zamanı dondurduğumuz yaz anlarını çok özlüyorum. arada ısıtıp ısıtıp bu anları düşünüp nefes alıyorum ankara'nın kara bağrında. 

neyse çok bunaltıcı bir yazı olmasın... bejna'nın ışıklı bakışı, zeyno'nun cıvıl cıvıl sesi yeter bize... ki gerçekten de öyle oluyor akşam eve gidip onlara sarılınca arınıyorum tüm gam kasavetimden. bejna'nın öğrendiği yeni şeylere heyecanla bakışı, düşünceleri, esprileri benim hayata dair umudum. zeyno'nun öğrendiği kelimeleri tekrar edişi, taklitleri, kaşıkla kendi yemeğini yeme çabası, olup bitene karşı dikkati...

neyse bir günün özetini vereyim ben:

sabah saat 07.25 kapkaranlık bir havada uykudan saat sesi yahut zeyno'nun sesiyle uyanış. 
- 07.35 kahvaltı hazırlama, saç tarama, çanta yerleştirme.. 
- 08.15 bejna'yı okula gönderme
*** birinci etabı tamamlayan yarışmacımız ardından zeyno'yu uyutma yahut kahvaltı ettirme, uzun ve zorlu vedadan sonra işe gidiş etabına başlar. 
*** bu arada ortalık toplama çamaşır bulaşık çöp gibi minnak detaylar arada tamamlanır.
-9.30 işe gidiş
-6-7 arası eve geliş. yemeğe yumuluş demek isterdim ama ne yazık ki yemek masasında zeyno ile güreş. burası çok tehlikeli bir etap... etrafta tabak bardak çanak her an büyük bir gürültüyle kırılabilir. zaten masa üzerindeki yemeklerin hepsi masanın altına akmaktadır. yemekte güreş etabından sonra; zeyno ile annenin ve hatta babanın, bejna'nın, anneannenin yemek ve yağ olan kıyafetlerinin değiştirilmesi, mutfakta genel temizlik... bu sırada zeyno baba ile yoğun bir koşturmaya başlamıştır. artık babanın geriye kalan tüm enerjisi zeyno'nun aktiviteleri ve bejna'nın soruları ile bejna'ya film arayışına harcanır. baba enerji sarfiyatı yaparken anne kişisi de gecenin geri kalanında kullanacağı enerjiyi depo etmeye çalışır. tabi ki bu vesileyle yenilen abur cuburlar sadece minnak birer ayrıntıdan ibarettir. iki gıdım enerji toplayan anne kişisi zeyno'yu uyutmak için harekete geçer. saat 21.30 başlayan bu uyuma etabı duruma göre en erken 22.30 en geç 00.00'da tamamlanır. tabi anne mi önce uyudu zeyno mu önce uyudu bilgisi görgü tanıklarına aittir. zaten zeyno erken uyumuş olsa bile annenin kitap okumak yahut herhangibir şey yapma isteği de en ufak bir çıt sesine bağlı olarak değişmektedir. o  minik çıt sesinin çıkmasıyla özgürüm acaba ne yapsam diyen annenin kararsızlığına da bir nokta konmuş olur ve anne de bebeleriyle uykuya dalar... sonrası rüyalar rüyalar diyelim mfö'den gelsin. 


8 Kasım 2017 Çarşamba

yayın başlığı

içimden gelen yazma isteğini bir anda körelten şeylerden birisi de posta isim bulmak. yazıyor ki "yayın başlığı" ben de diyorum ki yayasınız bu başlığı... bu sefer içerik düşünmedim. zira gecenin köründe çalışmak zorunda kalıp bir taraftan da bilgisayarın yavaşlığı bana artı zaman verdi sanki. ben de deyiverdim hemen tiz yayın başlığı!

yayın iki tatlı bacı iki tatlı cadının masalları yayılsın dilden dile. bu blog onların hikayesinin eseri zira. iki tatlı cadı uykularının en tatlı yerinde mışıl mışıl uyuyadursunlar anneleri ile babaları onların hikayelerini yazma derdine düşsünler. herkes kendi hikayesini kendisi yazıyor elbet bu dünyada. fakat esas hikaye yazımı ebeveynler tarafından başlıyor kuşkusuz. bu durum bizim neslin ebeveyn olduğu dönemde kıvamını buldu demek yanlış olmaz zannedersem. çünkü bizler çocukken geleceğimize dair pek çok şeyin bizim elimizde olduğu, derslerimize yeterince çalışır öğretmenimizi yeterince dinlersek geleceğimizi kuracağımız öğütleri ile büyüdük. fakat bizlerin ebeveyn olduğu günümüz dünyasında çocuklarımızın hikayelerini bizler yazmaya başladık. doğum öncesinden başlamak üzere onlara sakin ve güvenli bir gelecek kurmak adına çaba sarfediyoruz. organik gıdalardan organik kıyafetlere değin organik bir hayatı örmeye çalışıyoruz. kreş eğitiminden sosyal etkinliklere, hobi faaliyetlerine değin pek çok şeyi belirlemek bu yolda sabırlı bir seyir izlemek de bize düşüyor. zira üç dört yaşında minnacık çocukların eğilimlerini ve yeteneklerini belirlemek o yaş açısından pek de mümkün olmasa gerek olağanüstü durumlar haricinde. sonra da bu zulüm ile cebelleşip duruyoruz şehir hayatında. belki çocuklara yetemiyor oluşumuz, belki yaşıtlarından geri kalmama kaygısı belki geçmişteki yoksunluklarımız bizi bunlara itiyor. belki bizden sonraki kuşak bu konularda bu denli hırslı olmayacak. belki biraz temiz hava biraz fazla oyun en gerekli şey onlar için. kabul ediyorum ben de giriyorum bu psikozlara, ben de düşüyorum kaygılara. ama gecenin şu saatinde  anladım ki onlarla geçirilecek sevgi dolu zaman hikayelerinin en temel mayası. geri kalanlar ise aromalar. aromaları birlikte belirleyerek bir serüvene girmek en tatlısı ve mantıklısı olsa gerek....

gecenin köründen sevgiler...

5 Kasım 2017 Pazar

sabahın seherinde

sabahın mı gecenin mi görü olduğunu bilmediğim bir vakitteyim. bir taraftan çalışmam gerekiyor diğer yandan uykunun tatlı tebessümü... tabi ki çalışmayı seçeceğim o kesin. madem öyle bir yandan da yazayım istedim.

yeni sezona giriş yaptık. okullu okuluna, işli işine döndü, domates konserveleri balkondaki dolapta yerini aldı. elbette turşu kavanozları da hemen altında diziliverdi. zeyno biraz daha büyüdü, bejna biraz daha. herşey bazan biraz yenilenmiş bazan eski tadında. başka tadlar bozulmasın da. fakat yine de şehir hayatının hızlı akışı herşeyi tadıyla yaşatmıyor. hep bir yetişme telaşı. bizi bu telaş öldürecek dediği gibi şairin. öldürmesin tabi ama ah bu telaş, hayatımızı bize yaşatmıyor vallahi. şehir hayatının trafiği, uzak mesafeleri, yüzgülmez insanların tahammülsüzlüğü ile geçip gidiyor hayat.



oysa yaz tatili öyle miydi? biraz anlatsam da için ısınsa... yine bir yaz tatil gelip çattı. fakat biz hala evdeyiz. gitsek mi gitmesek mi moduna bile girdiğimiz oldu; iki çocukla yaşanacakların ürküntüsü içinde. sonra bir sabah ansızın bastık gaza, dooooğğğru çanakkale'ye. her zaman cebinde harikulade planları, a,b,c,d,e planları olan faruk son dakikada hoş bir sürpriz yapmıştı bize. biz tatillerde hep son dakika insanı olsak da faruk sayesinde illaki istediğimiz bir tatil modunu buluyoruz. erken rezervasyon da neymiş? biz heeeep son dakika da hadi şuraya gidelim deyip sonrasını da akışına bırakıyoruz. böylece tatil bize hep sürprizler yaşatıyor. çanakkale eceabat'ta kum otel adında bir yere gittik. burası aslında camping alanı. faruk'un da burayı gözüne kestirme sebebi bahar ayında karavana merak salmamız oldu. bu yaz tatili için bu fikirden vazgeçsek de bir gün yapmayı kafaya koyduğumuz için camping alanlarını da bellemiştik. ve iyiki de bellemişiz. her ne kadar odalar mütevazı olsa da bence çocuklu aileler için birebir. çok kompak bir yapısı olan otelde lokanta, kafeterya, çocuk parkı odalar çok yakın mesafelerde. kumsalı da öyle. harika bir deniz ve kumsalı var. bejna ile zeyno kumda oynamalara doyamadılar. çanakkale'nin diğer yerlere göre serin olan havası da cabası. fakat burda deniz suyu sanılanın aksine çok daha ılıktı ve bızdıklar sudan çıkmak bilmedi. evet otelin yemekleri daha iyi olabilirdi yahut alakart seçenekleri daha çok olabilirdi filan diye aramızda konuştuk. ama inanın denizin güzelliği, plajın rahatlığı, otelin konumlanışı o kadar iyiydi ki diğer şeyler sadece basit birer ayrıntıdan ibaret kaldı. sadece zeyno'nun süt alerjisinden ötürü belki biraz zorlandık ama biz bunu her otel ortamında daha doğrusu dışarı çıktığımız her yerde yaşadığımız için geliştirdiğimiz önlemler sayesinde bunun da üstesinden geldik. sabahları erkenden kalkıp kahvaltıya geçtik. zeyno ile ben sadece ekmek, yumurta, zeytin, domates, biber bazan simit yemek suretiyle karnımızı doyurup ardından kaplumbağalara ekmek atmaya gidiyorduk. bejna ekmekleri atarken zeyno da gördüğü ördeklere "dak dak dak" diye bağırıp gülüyordu. sonra biraz turlayıp ardından kumsala gidiyorduk. akşama değin deniz-kum-güneşin tadını çıkarıyorduk. plaj oldukça geniş olduğu için asla kalabalık değildi ve bu anlamda da çoook rahat ettik. akşamları ise yemek ve ardından kafeteryada çay, bira, çekirdek. tam 80'li yılların aile çay bahçesi modu:) sanki başka mod olsa biz ne yapabileceksek 2 çocukla. bence çocukla girilebilecek en anlamlı mod budur. zeyno pusetinde uyurken bejna parkta oynarken biz de laflıyorduk. gündüz ise tarihi yarım adayı gezdik, çok hakkını veremedik elbette çocuklarla ama savaşın izleri hala hissediliyordu. seddülbahir'de sed cafe diye bir yerde oturup dehşet güzel manzarayı izlerken birşeyler atıştırdık. gerçekten çanakkale çok etkileyici bir yer.



sonra ne yapsak ne etsek derken ah datça caanım datça diyerekten palamutbükü'nün yolunu tuttuk. gündüzleri denizin tadını çıkarıp akşamları hayıtbükü'nde "ortam"lara aktık :) hele bir gün maaile süslendik püslendik yollara düştük. ardından yolda zeyno kustu ve her ikimiz de acayip tatlı olduk :))) artık ona yedek kıyafet vs giydirdim ıslak mendillerle de kendi kıyafetlerimi temizledim de kimseye çaktırmadan "ortam"larda bulunduk. eee, ne demişler çocuklu hayat! her türlü sürprizlere açık olmak lazım.


sonra daaaaa ver elini akyaka. bu kez farklı bir evde kaldık. gökova manzaralı bir dağ eviydi. geçekten yalçın kayalıkların yamacında nefes kesici bir manzaraya eşlik ettik. tek sorunumuz arılardı ki gelmeye yakın faruk'u soktu arılar. ama manzarası, dağ havası muhteşemdi. burda ise günler havuz, müzik, akşamları yaktığımız ateşle renklendi. zeyno gün içinde su ile her türlü oyunu oynadı, kah kovayla üzerine döküp gezdi, kah havuzda oynadı. bejna ise dalmalar çıkmalar derken tam bir su kuşu oldu. akşamları ise faruk ile bejna odun toplamaya gidiyorlar, faruk ateş yakıyordu. günler böyle geçip giderken masal bu ya tatil bitmiş, duranlar evlerine dönmüşler idi. ama o da ne onları hala dürten bişiler vardı. onlar da ne yapsınlar, bari mersin'e gitsinlerdi. mersin'e gidip son bir denizin tadına daha baktıktan sonra evli evine köylü köyüne döndü. ertesi gün zaten çok hızlı bir giriş yaptık zira okullar açılıyordu. neymiş her güzel şeyin bir sonu oluyormuş. biz de ağustos böceği kıyafetimizi çıkarıp karınca giysimizle şehrin sokaklarına daldık; ne yapalım!




10 Ekim 2017 Salı

zeyno'nun sözlüğü

uzun zaman oldu yaz(a)mayalı yine,
ama hepsi aklımda yazacağım... tatilimizi yazacağım, neler neler yaptığımızı, ilk şaşkınlıklarımızı herbişeyi yazacağım. ama unutmadan bu başlığı açmak istedim. çünkü minik zeynom konuşuyor artık:)

aba: abla
anne
baba
dede
gida : kitap
deyno: zeyno
ablacımm
mama
cişş : çiş
gaka : kaka (kaka yapınca söylüyor, bunu önceden de söylemeyi başarırsak tuvalet eğitimi de tamamlanmış olur herhalde :) gerçi bazan yanlış alarm veriyor, gaka diyor cişş çıkıyor, olsun o kadar canım)
adda: gezme-tozma
diy : (giy demek. sürekli elinde ayakkabı, terlik ayağımıza giydirmeye çalışıyor, giymezsek kızıyor)
viy : (ver demek. isteğini almakta pek mahir. vermezsek kıyamet kopuyor)
düt düt: bunu bilmeyecek ne var araba tabi ki :)
tedi : kedi
hav hav: köpek
göz
disş (diş tabi kiiii)
su
aaç : ağaç
cicce: çiçek
bir de ağzın nerde deyince ağzı ile KIHH diye ses çıkarıyor... ağız sesli :)))

24 Temmuz 2017 Pazartesi

aylardan temmuz günlerden 23 :)

bejna... işte 7 yıl önce bir sıcak temmuz sabahı aramıza katıldı. 23 temmuzdu, bir cuma sabahı... ah ne güzel bir sabahtı o sabah... bizi mutluluğa boğan...

doğumhanede "ınga"larını duyup suratımda kocaman bir gülümseme ile o güzel alnından öpüp doktorların onu muayene edişini izledim. nasıl bir mücadele halindeydi, minnacık elleriyle doktorlara direniyordu. o haliyle nası gurur duyduğumu anlatamam. gece boyu tüm uykusuz ve yorgun ve ağrılı halime rağmen uyumayıp onu seyretmek nasıl bir mutluluk... şimdi giderek büyümesini izlemek gibi... hayretler içinde onu izliyorum. nasıl oldu da bunca yıl geçti nası oldu da oturup sohbet ettiğim birlikte zaman geçirip birşeyler paylaştığım bu tatlı kız çocuğu büyüdü...

uzun uzun yazmak isterdim ama şimdilik bir not düşmek gerekirse eğer, yaz tatilimizi kendimizce bir eğlenceye dönüştürdük. bayram'da kaçıp gittiğimiz fethiye kayaköy bejna için eğlencenin yanı sıra geçmişin izlerini aramak ve tarihle ilgilenmek için de fırsat oldu. bu esna da momo yazı atölyesine devam ediyor ve hayal gücü ona ne güzel işler yaptırıyordu. 1 ay boyunca yazı atölyesine gitti, öyküler şiirler yazıp onları resmetti. bir süre dinlendikten sonra erimtan müzesindeki 4 günlük atölye çalışmalarına katıldı arkadaşımız tatlı mı tatlı doğa ile. sınıfın 2 tatlı böcüğü çoook eğlendiler. bu esnada etnoğrafya müzesini görme imkanı da oldu çok sevgili saygıdeğer dilek hanım sayesinde. dolu dolu geçen bu 4 gün onlara çok şey kattı eminim. zira pek çok yerde öğrendiklerini hayata geçirdiklerine de şahit olup bunu test etme şansımız da oldu.

şimdi gene tatil başladı. evde. anneannesinin armağanı olan keyboard ile kulağımızın pasını almaya aday bir kişi kendisi. tabi minik zeyno'muzun izin verdiği ölçekte. zira tatlı zeynom minik parmakları ile aleti çalmak ve oynamak istiyor eller havaya modunda.

bejnam, minik çiçeğim yeni yaşın kutlu olsun. gözlerin hayata ilk günkü merakını yitirmeden baksın, her geçen gün sana şans ve mutluluk versin... daha ne denir ki hayat sana hep bizim gözümüzle baksın. seni çok ama çok seviyoruz!

7 Temmuz 2017 Cuma

bejna'nın kitap listesi

ne zamandır aklımda bejna'nın okuduğu kitapları liste haline getirmek. fakat bunu bir türlü yapamadım. en azından bir başlık açmak ve listeyi güncellemek suretiyle paylaşmak eğlenceli olabilir. fakat kitaplığın önünde bu çalışmayı yapmak daha mantıklı gözüküyor. şimdilik aklımıza gelenleri buraya sıralamış olalım:

1- Dipsiz Göl - Mavisel Yener / Bilgi Yayınevi
2- Külkedisi
3- Rapunzel  / İş Bankası Yayınları
4- Uyuyan Güzel
5- Oz Büyücüsü
6- Maviye Boyanan Dana - Koray Avcı Çakman / Ya-Pa
7- Maskeli Fare - Julia Donaldson / İş Bankası Yayınları
8- Zogi - Julia Donaldson / İş Bankası Yayınları
9- Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor - Sara Şahinkanat / YKY
10- Tavşan Peter ile Pofuduk Tavşancıklar - Beatrix Potter (uyarlama) /  İş Bankası Yayınları
11- Bremen Mızıkacıları / İş Bankası Yayınları
12- Dadımın Perdesi - Virgina Woolf / Zeplin
13- İsyankar Cadı - Enrique Perez Diaz / Yazılama
14- Ayşegül Masal Diyarında / YKY
15- Ayşegül Doğayı Koruyor/ YKY
16- Ayşegül - Prenses İle Şövalye/ YKY
17- Şahmaran - İnan Çetin / YKY
18- Sihirli Ödev - Pyotr İlyiç Çaykovski
19- Pıtırcık - René Goscinny / Can Yayınları
20- Anneannemin Kuyrukluyıldızı - Muzaffer İzgü/ Bilgi Yayınevi
21- Alice Harikalar Diyarında - Lewis Carroll / Arkadaş Yayınevi
22- 80 Günde Devrialem - Jules Verne / Arkadaş Yayınevi
23- Çok Hayal Kuran Çocuk - Şermin Çarkacı
24- Kumkurdu - Asa Lind / Pegasus
25- Peter Pan - J. M. Barrie  / İş Bankası Yayınları
26- Tom Sawyer - Mark Twain / İş Bankası Yayınları
27- Robinson Crusoe -  Daniel Defoe / İş Bankası Yayınları
28-Anneannem Dans Kraliçesi - Muzaffer İzgü/ Bilgi Yayınevi
29- Çılgınlar Sınıfı -  Mavisel Yener/ Bilgi Yayınevi
30- Kalemler - Yaşar Kemal / YKY
31- Frankie Foster Yardıma Hazır / İş Bankası Yayınları
32- Bir Şeftali Bin Şeftali - Samed Behrengi / Can Yayınları
33- Astronotlar Üşür mü? / İş Bankası Yayınları
34- Dedemin Bakkalı / Şermin Çarkacı
35- İki Yıl Okul Tatili - Jules Verne / Arkadaş Yayınevi
36- Üç Silahşörler - Alexandre Dumas / Arkadaş Yayınevi
37- Moby Dick - Herman Merville / İş Bankası Yayınları
38- Zogi ve Uçan Doktorlar - Julia Donaldson / İş Bankası Yayınları

2 Haziran 2017 Cuma

bejna'nın erken gelen doğumgünü

bu yıl bejna'nın doğumgünü erkenden geliverdi... ansızın bir de bakmışız süper eğlenceli bir doğumgünü partisinin içindeyiz. ah ben niye bu kadar şaşırdım ki... oysa 2009 yılının aralık ayından beri bilinen, olası bir meseleymiş. kafa karışıklığına daha fazla mahal vermeden sadede geliyorum tamam :)



şimdi şöyle sayın arkadaşlarım: bejna'nın geleceğini 14 aralık günü öğrendim ben. ilk şoku atlatınca temmuz sonu ağustos başı da bebeğime kavuşacağıma dair tahminler yürüttüm. soranlara da heyecanlı heyecanlı "temmuz sonu ağustos başı" dedim... tepkiler de süper ötesi idi. "oooo yaz bebeği süper", "oooo yazın ne güzel rahat edersin, üşütme derdin olmaz", "ooo süper sık sık yıkarsın", "ooo hemen dışarı da çıkarırsın gezmeye evde kapalı kalmazsın", "ayyyy ne güseelll aslan burcu olacak" dediler. amaaaa; baana yalan söylediler, baana yalan söylediler kaderden bahsetmedileeer, bahsetmediler!!!

neyse... ben de pek sevindirik idim. fakat bejna doğduktan sonra bu işte bir iş olduğunu oluk oluk ter döküp evde jöle kıvamında pineklerken anlamaya başladım tabi. hele bebeğe yapışık gezerken, terden insan içine çıkacak halimiz kalmazken, kıyafetlerimiz terden ve yapışık gezmekten buruşup dururken bir daha yazın doğum yapmayacağımı ilan ettim ben de tedbirli bir birey olarak! bu arada sadedi kaybettim ben galiba :(

neyse... bejna'nın ilk doğum günüsünü yeni taşındığımız bağlıca'da maaile kutladık neş'e içinde. bizler taze ana-baba kuzumuz minnoş olarak hepimiz de ilgi odağı idik. dolmalar, zeytinyağlılar, pasta börekler, kurabiyeler eşliğinde klasik doğum günü menüsü ve biz süper eğlendik. eh, 2 yaş doğum günüsü de aynı formatta idi. 3 yaş doğum günüsü de öyle ;) etraftaki tek çocuk bejna ve çocuk taklidi yapan bizler. hiç kimse durumun farkında değil idi. 4 yaş doğum günü biraz havalı oldu kabul, marmaris gökçe köy'de havuzlu tatil evinin orman içindeki bahçesinde çatapatlar eşliğinde, akyaka'da yaptırdığım harika pasta ile kutladık. 5 yaşında 1 hafta ara ile 2 ayrı doğum günü kutladık ki bejna bir şey çakozlamasın diye. amma velakin, 6 yaşında başka doğum günü partilerine katılınca, bejna bir şeyler çakozladı tabi kaçınılmaz olarak. fakat heyhat!!!! bejna 23 temmuzda doğmuş idi ve o tatil zamanında çocuklar şehirde pek bulunan birşey değil idi. biz de o temmuz günü angara ilinde bağlıca semtinde çocuk bulamadık ziro. yani evet ziro çocuklu bir doğum günü yapıverdik gari... büyük ebeveynler, amca, en küçüğü bile bejna'dan 10 yaş büyük kuzen.... ne yaptık ne ettik bejna'nın yüzü gülmedi. süper ötesi hediyelerimiz ile onu kandıramadık. evet o bir yaz bebeği! bu gerçekle hemen o gün yüzleşti ve "anne bundan sonra benim doğum günüm 27 mayıs olsun taaam mı" dedi. yani aslında tam bir tarih demedi de ben öyle anladım.

neyse işte geldik bu günlere... bejna yine arkadaş doğum günlerinde arz-ı endam eylerken kendi doğum gününün de yaklaştığını hissediyor idi. bir gün derhal karar verdim ve bu 27 mayısta bu işi başaramazsak bir daha asla dedim ve işe koyuldum. bahar aylarına ve mayısın son günü hava raporu istatistiklerine olan sonsuz güvenim ile sitemizin çardak altı çim alanını yer olarak belirledim. mutfak ve tuvalet gibi alt yapı hazırlıklarını tamamladım ve herkeslere konum gönderdim. bahçe içinde çocuklar çimlerde oynayacaktı ne güzel... mutluyduk, umutluyduk... fekat heyhat! doğum gününden 1 gün önce nasıl yağmur yağdı nasıl hem de.... ben kara kara düşünüp doğum gününü erteleme düşüncesini paylaşır paylaşmaz bejna "doğum gününün ertelendiğini de hiç görmedim doğrusu, doğum günü de ertelenir miymiş" dedi!!!!! beriye geliyor ama ileri gitmiyor. enteresan!

annem  bir tarafta mutfakta hazırlık yaparken diğer tarafta ben belirsizlik içinde kıvranırken elbette faruk imdadıma yetişti ve "kaçıl" dedi. "sana öyle süper bir parti ortamı yapıcam ki şaşıracaksın!" gerçekten de salonumuz tam bir parti evine dönüştü faruk'un inanılmaz dokunuşları ile. tv ünitesi tam bir çocuk mağazası vitrinine dönüştü, televizyonu kaldırıp bejna'ya ait bir pano koydu. heryerde sihirli dokunuşlar ile bir iz bıraktı. ve gerçekten sabah uyanınca bejna kendini rüyada sandı. o sırada ben de salonumuzu nişan, sünnet, doğum günü kutlamaları için kiraya verme planları yapıyordum elbette :) zaten doğum gününde 50'den fazla kişi gayet rahatlıkla sığabildiğimize göre bence mümkün ;)

zeyno'nun bana olan ilgisinin olağanüstü sınırlara ermesinden tutun da 2 saatlik elektrik kesintisine kadar herşey çok zorladı bizi fakat tam 2'de herşey hazırdı. bu arada annem gerçekten çok güzel şeyler yaptı :) hepsi çok güzeldi. palyaço geldi ilkin ardından tüm olumsuz hava koşullarına rağmen bejna'nın birbirinden güzel arkadaşları ve onların birbirinden kıymetli anneleri.... bir anda herşeyi akışına bıraktık ama güzel yürekli insanlarla bu akış güzel oldu... çocuklar son derece eğlenirken bizler de sohbet ve kahkaha dolu bir gün geçirdik..

bejna'nın kreşten beri arkadaşı; anaokulundan güneş sınıfı ve 1-d sınıfı bize neş'e verdi.....

buradan bejna'yı yalnız bırakmayan ve bize destek olan herkese çok teşekkür etmek istiyorum ve çocukların gözlerinden öpüyorum :)

hayat sevince ve paylaşınca daha güzel!

23 Mayıs 2017 Salı

unutulmaz

Unutulmaz unutulmaz 
Yaşadığımız unutulmaz :) 




evet arabandan dışarı çıkmak için gösterdiğin çaba unutulmaz...
minik incilerini göstere göstere gülümsemen...
bejna'nın komikliklerine attığın kahkahalar...
sıkıldığın zaman attığın çığlıklar...
yerçekimine ilişkin sonu gelmez araştırmaların...
tarağı eline alıp saçını başını taraman...
diş fırçanı alıp dişlerini temizlemen...
açıkta bir cep telefonu görür görmez alıp kulağına götürmen ve "aoooo" demen :)
ve artık yürüyorsun ya; bu sevinç içinde gülerek iki ellerin havada evin içinde habire koşturman...
bejna'nın kalemlerine olan düşkünlüğün ve kalemle etrafı boyamaya başlamış olman...
esen rüzgarda nefesini tutman ve bana sokulman...
gece sana söylediğim şarkılara eşlik etmen...
yatağında uyanınca oturup  beni beklemen...
dışarda insanlarla göz teması kurup kendince sosyalleşmen...
o şirin gülüşün...
baba diye kucağına daha doğrusu eğlenceye koşman...
abaa aba diye bejna'yı odalarda araman...
ara sıra çorabını çıkarttırıp ayaklarını izlemen ve ardından tekrar çorapları ayağına geçirmeye çalışman...
yemekten sonra ellerin kirlenince yıkatıncaya kadar havada tutman...
banyoda ellerin-yüzün yıkanırken aşırı mutlu olman...
tatlı asabiyetin :) istediğin olunca hınzırca gülmen...
anneannenin yanına gidip onun şefkatinden içmen...
otları, çöpleri ağzına sokman...
daha ne sayayım!
her anın, bakışın, anlamın, arasıra büzülen minicik dudakların...
dokunduğun yeri iyileştiren şefkatin...
iyi ki varsın be zeyno! 
aynı şeyleri bejna da söylüyor hep.... nasıl yüce bir sahiplenişle sarıyor seni bi bilsen...
iyi ki varsın be bejna! unutulmaz hiçbir anınız... bejna'nın bir yaş halleri zaten blogda ve hep aklımda.. istedim ki zeyno'mun da anlarını kalemim erdiğince yazayım. söz uçar yazı kalır...ben kaçar...


8 Mayıs 2017 Pazartesi

hayat gezince güzel

geçtiğimiz hafta azıcık güneş ışığının içimizi ısıtmasını fırsat bilerek rotamızı karadenize çevirdik. geçen yıl ilk kez 19 mayısı fırsat bilip gittiğimiz çakraz'daydık yine. zira amasra kaldıramayacağı bir insan kalabalığına hapsolmuştu artık. araç bile giremeyecek derecede kalabalık vardı geçen yıl ve biz de ışık altın oteli üs yapıp günümüzü çakraz'da geçirmiştik. sonraki gidişimizde ise doğrudan çakraz'da kalmayı uygun görmüştük. bu öngörü ile bu yıl amasra'yı hiç görmeksizin çakraz'da çok güzel 2 gün geçirdik. gerçi çakraz bile yoğun bir kalabalık içindeydi. ama olsundu.. ankara esintili güzel sohbetler, güzel tesadüfler, şömine başında kahkahalar, lezzetli balıklar, şen kahkahalar... daha ne olsun; öyle değil mi ;)



işte bir heyecan içinde yola çıktık ama zeyno artık dur durak bilmeyen bir afacana dönüştüğü için uyuyana dek epey zorlandık. velhasıl sohbetti, müzikti derken çakraz motel'e ulaştık. hemen arabayı park edip eşyaları odaya koyar koymaz sahile indik. denize girmek mümkün değildi, zira inanılmaz soğuk (muş) su... fakat biraz güneş çok iyi geldi... bejna da kumda dilediğince oynadı. zeyno ise burada da yerinde durmadı. kumda emekledi, yuvarlandı, oynadı ve hatta dayanamadı yedi :( ağzından kum taneciklerini çıkarmaya çalışmak çoook zor oldu...

havanın azcık serinlemesiyle kalın kıyafetleri giyip balık soframıza oturduk. yanıbaşımızdaki ufo en sevdiğimizdi.... fakat meşhur amasra salatası, hamsi, mezgit.... ufff parmakları da yedik... hele de ben, kalamarı sossuz balığı rakısız yemek durumundaydım... neyse ilerleyen saatlerde otelin diğer bir konuk grubu şömineyi yakınca annemin tek odak noktası da sıcaklığın yükseldiği lolakasyon oldu :) zeyno'yu bahane edip ufak ufak oraya yanaştı. sağolsun güzel gönüllü diğer konuklarla da bu vesile ile tanışmış olduk. bu kez hem şömine başında oturuyor hem de sohbet ediyorduk ne güzel... miniş köpekleri koko da eşlik ediyordu bu sohbete :) hey hat ben çalışmak zorundaydım ama :( otel personeli bilgisayarlarını kullanmama izin verince ve el ayak çekilince ben gerçek dünyaya dönmek zorunda kaldım. o sırada faruk ise tesadüf eseri karşılaştığı ankaralı dostlarıyla sohbet ediyordu... ardından seher hanım geldi yanımıza ve sohbete devam ettik.... sanırım şömine başında oturarak bol donmalı geceyi ertelemeye çalışıyorduk ama ne mümkün.... don-duk! sabah annem gece üzerine örttüklerini sayıyordu :)

ertesi sabah ise hava biraz daha kırılmıştı, bol bol bir aşağı bi yukarı zeyno'yu gezdirme seferleri yaptım. bejna dondurmasını yedi. derken bejna da bale'den tanıdığı bir arkadaşı ile tesadüfen karşılaşınca uzunca bir süre kendisini göremedik ama uzaktan çığlıklarını duyuyorduk. çığlıklara zeyno da katıldı ancak zeyno'nunkiler bizi yerimizden hoplattı!!

bu günün gecesi de yine şömineli, sohbetli, renkli oldu.. bu kez sigortalar attığı için odalardaki petekler çalışmazsa diye endişelendik durduk. endişe bizi bırakmadıkça şömineye odun üstüne odun attık derken mine hanım müjdeyi verdi: sigortalar tamir edilmişti. ve tabi ki bu kez çok ılık bir odada misss gibi bir uyku çektik...

herşeye rağmen, soğuk havaya rağmen bence en eğlenceli amasra seferlerimizden birine imza atmış olduk... dilerim yine aynı insan sıcaklığında geziler yaparız... herşeye rağmen, insan, sohbet, sıcaklık, tebessümler güzeldir ve dinç tutar insanı...

bejna ile felsefeye giriş-2109090898878788990090909000




bi gece gene uyumaya çalışıyoruz ben ve bejna...

bejna dedi ki:

"anne çoook korkuyorum, o yüzden uyuyamıyorum."

anne dedi ki:

"o zaman sarıl bana sıkıca bitanem."

bejna dedi ki:

"anne sarılamam, gene de korkuyorum."

anne dedi ki (gerçi bunun pek de önemi yok :)):

"neden? nasıl?"

bejna dedi ki:

"anne; ya sen, sen değilsen!"

anne bi'şey diyemedi, kaldı öylece :)))

3 Mayıs 2017 Çarşamba

bejna'nın eldivenleri

sabah sabah bejna beni pek güldürdü...

kısaca anlatayım hikayeyi: olay aslında geçtiğimiz cuma günü başladı. bejna'nın yanlışlıkla telefonumu düşürmesi üzerine cuma günü necatibey'de kırılan telefonumu tamire götürecektim. o gün okula gitmeyen bejna aslında benim değil, babasının işyerine gitmek istiyordu. ama ben de kızımla olmak istiyordum. o günü eğlenceli hale getirmeliydim. öğleyin meclisin harika tatlısı vişneli tayfır yedirdim, odaya çıktığımızda da istediği ojeleri sürdüm minnacık parmaklara... bejna çok mutluydu. fakat yine de necatibey'e değil büroya gitmek istiyordu. yine de ikna ettim. çocuğumun cam bir kavanoz içinde büyümesini istemiyorum zira. hayatı, kalabalığı görsün istiyorum. meclisten çıkınca dolmuşla güvenparka indik, oradan necatibey'e... telefonumu samsung servisinde yaptıramayınca balıkçıoğlu pasajına bile gittik :) telefon yapılıncaya kadar da izmir caddesi'nde gezindik ve bejna da yorgunluğuna rağmen pek eğlendi. her şey ona çok ilginç geliyordu :)




aradaki çakraz maceramızı başka bir yazının konusu olarak anlatacağımızı söyleyip direk konuya geliyorum. bu sabah bejna'yı uyandırır uyandırmaz gözünü açtı ve sindirella eldivenlerim nerede acaba dedi. hemen eldivenleri bulduk. sonra hazırlandık, ben eldivenleri çantasına koydum. okulda oyun oynayacağını arkadaşlarına şaka yapacağını zannediyordum. asansörde sordum, ne yapacaksın diye telaşlandı koydun mu çantama, yoksa eve gidip alalım mı diye.. merak etmemesini, çantasına koyduğumu söyledim. o zaman dedi ki, okulda takamam sen şimdi takar mısın? peki dedim ama bejna pek de oyun havasında değildi. neden eldivenle gitmek istiyorsun dediğimde ise "parmak kaldırdığım zaman öğretmenimin ojelerimi görmesini istemiyorum anne" dedi :) bak parmak kaldırınca görünüyor, hem de en ön sırada oturuyorum dedi. o vakit ben de özeleştirimi verip kızıma, öğretmeni birşey derse beni işaret etmesini söyledim. pasparlak prenses eldivenleriyle parmak kaldırmak da garip olabilirdi neticede :) bejna'nın bu fikir aklına yattı ve onu öylece okula gönderdim...

evet hatanın büyüğü benim... bejna'nın ise duruma kendince çözüm üretmesi hoşuma gitti doğrusu...

24 Nisan 2017 Pazartesi

"1" YAŞ :)

Zeyno'm artık 1 yaşında :) Yeni yaşı ve büyün yaşları sağlık mutluluk özgürlük esenlik şenlik getirsin ona... ve tabi ki Bejna'ma da...


Bejna ile başlamak isterim... benim bir ablam ya da abim olmadı o duyguyu tatmadım, bilemiyorum. ama Bejna'nın Zeyno'yu sahiplenişi bana umut ve mutluluk veriyor. Zeyno'nun doğumundan itibaren gün gün, ay ay hesapladı ve onun 1 yaş doğumgününü her dakika bize hatırlattı. "çocuğun doğumgünü güzel geçsin" diye diye bizi de havaya soktu... hafta içine denk gelen doğumgünü için seçeneklerimiz kısıtlı idi. burada da baba devreye girdi ve o günün unutulmaz olması için planını yaptı. gerçekten de unutulmaz ve güzel bir doğumgünü geçirdik faruk sayesinde. ankara yakınlarındaki grannos otelde yerlerimiz ayrıldı ve maalie, geniş aile bir arada mutlu bir 2 gün geçirdik. gündüz havuzda eğlencenin tadına varan bejna ve zeyno'nun havuz suyu ile kısıtlı ilişkisine rağmen :) şen kahkahaları aile kavramının sıcaklığına karıştı. ablamız şilan'ın da o gençlere yaraşır coşkusu işin içine girince zeyno hatırlamayacak olsa dahi hepimizi içine saran bir kutlamaya dönüştü. hepimiz onun ilk yaşını kutlamak için oradaydık... ve sayesinde çok şendik...

bir gün önce otele yerleştik ve termalin etkisiyle günlük tasalarımızı sulara bırakma fırsatımız oldu. ertesi sabah da bejna ile organizasyonu tamamladık :) pastamızı sipariş ettik, masamızı ayırttık ve heyecan içinde akşam olmasını bekledik. o gün; sabah uyanınca bejna'nın 1 yaş doğumgünüde giydiği elbiseyi denedik üzerine büyük bir heyecanla :) tıpkı minik bejna oluverdi o an... elbette bir anne baba için zevkli anlar bu anlar... sonra günümüzü değişik sıcaklıklardaki havuzlar içinde anın tadını çıkardık, üzerimize yağmurlar yağarken sıcak sularda yüzdük... elbette bu eğlencelere zeyno katılamadı fakat o da şen kahkahalarını esirgemedi bizden... akşam olunca hazırlanıp yemeğimizi yedik ve benim için en zevkli kısımlardan biri olan kızları süsleme faslı başladı. bejna ile zeyno'yu benzer giyisilerle süsledikten sonra tekrar aşağı indik. güzel pastamız geldi ve hep birlikte o "1 yaş" mumunu içimizden tuttuğumuz dileklerle üfledik... zeyno ve bejna hediyelerle mutlu olurken gecenin ikinci sürprizi de yine faruk'tan geldi. bu da bizde saklı kalsın... zeyno ve bejna hayatlarında her daim güzel sürprizlerle karşılasınlar yeni yaşlarını... bir anne baba daha ne ister ki evlatlarının sağlıklı, mutlu olmasından gayrı.

zeyno artık 1 yaşında! ve gelişimi sıçramalar biçiminde ilerliyor... yürümüyor ama tutunduğu her yerden kalkıp tutunarak geziyor. tutunacak bir yer yoksa hızla emekliyor. sürekli yeni şeyler keşfediyor ve o coşkusunu bizimle tatlı tatlı paylaşıyor. sürekli konuşuyor biz pek anlamasak da :) ama anladıklarımız da oluyor. örneğin, zaten baba, anne, dika dika diyordu. buna "aba (abla)", "hüya" (hülya), "deyno" (zeyno), "ebhendim", "mama", "alkı" (alkış)  gibi kelimeler ekleniyor. örneğin bir kaç gün önce "zeyno" diye seslendim "ebhendim" deyiverdi, çok şaşırdım. şahitlerim de vardı yanımda neyse ki de bu olay gümbürtüye gitmedi :)

yine doğumgünü sabahı dördüncü dişi de uç verdi zeyno'ya doğanın bir armağanı olarak... ve sanıyorum bu dişler diğer kardeşlerini yanına çağırıyor ki 4 gündür pek huzursuz yavrucak. işte böyle, bejna ile başladığımız serüven zeyno ile devam ediyor. aynı olaylar yine aynı heyecanla yaşanıyor. velhasıl çocuklar en harikulade varlıklar. onlara ne kadar sevgi, şefkat yüklesek az... çünkü onlar bizden daha sevgi ve şefkat dolu... onların ışığını hiç söndürmemek elimizde. şair demiş ya "dünyayı verelim çocuklara" diye o halde onun dizeleriyle bitirelim bu yazıyı...

"Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler" 




29 Mart 2017 Çarşamba

say ki mektup

ey sevgili kızlarım.. bu günlük ilkin gerçekten bejna'nın doğumunun ardından onun mini mini hallerini hep hatırlamak için kuruldu. esasen faruk'un armağanı çok güzel bir deftere yazıyor idim ancak defteri her yere taşıyabilmek pek de mümkün olmayınca blog modasına ben de uymuştum. bejnaninguncesi.blogspot.com.'dan bildiriyor idim bejna'nın hallerini... ama ilk bebek acemilik vs derken zamanı pek de iyi kullanamayarak arada sırada yazar oldum buraya da.. o nedenle yazılar zaman zaman tür değiştirdi, kah günlük kah aylık oldu kah geleceğe mektup oldu....




hayatımıza zeyno'nun da katılmasıyla günlüğü birleştirdim ve kızlarıma buradan sesleniyorum. bazen geleceğe mektup yazıyormuşum hissine kapılıyorum; büyüdükleri vakit bu satırları okuduklarına şahit oluyorum hayallerimde... bir sürü anları gelip konuveriyor göz ucuma. dalgalı saçları, kıvır kıvır gür kirpikleriyle bejna, dümdüz ipeksi saçları ve elaya çalan gözleriyle zeyno... kim bilir hangi iklimde okuyacaklar bu satırları. lisede edebiyat derslerinde "günlük" faslında söz edecekler mi acaba? bir kişisel tarihleri olması mutlu edecek mi onları?  'öğretmenim benim biyografimi annem yazmış' diyecekler mi? ya da burda yazılanlardan büsbütün sıkılıp yok saymayı mı tercih edecekler, bilemem. ama galiba ben yazmaya hep devam edeceğim. çünkü hayata dair en büyük ilham kaynağım onlar... belki onlar nezdinde bütün diğer çocuklar. geleceğimizin yapı taşları. nasıl bir dünya diliyorsak ona göre form verebileceğimiz yegane varlıklar onlar. iyiliğin, saflığın, doğallığın, neşenin, güzelliğin varlık bulmuş halleri onlar.  o yüzden her ana babanın içi titrer çocuğuna her bakışında ya.

yıllar evvel okuduğum bir öykü gelir hep aklıma. hamile bir kadının içindeki varlığına olan duyguları hala aklımdadır. o öyküdeki anne, dünya her zaman kötüydü, kanlı savaşlara sahne olmuştu hala da öyle ama yine de bu bebek dünyaya gelmeli demekteydi. bu dünyaya çocuk getirilmez sözünü yargılıyor idi. çünkü hayat bir o kadar yaşamaya değerdi ve tüm kötülüklere rağmen güzeldi... evet, bence de öyle. dünya her daim kötülüklere sahne oldu, kanlı savaşlar gördü, yıkımlar, atom bombaları, gazlar, savaş uçakları, silahlar, bitip tükenmek bilmeyen kavgalar, güç yarışları gördü. ama dünya baharı da gördü, insanın içine dolan sevgileri, bitmeyen iyilikleri, sevdaları da gördü. içinde yüzdüğümüz denizler, kuş cıvıltılarını da, kokularıyla bizi esir alan bahar dallarını da gördü. insanın isterse nelere muktedir olduğuna da şahittir bu yaşlı gezegen.  dünyanın bunca gördüğü güzelliklerin, bunca gördüğü kötülüklere baskın gelmesi boşa değil bence. hala yaşamda hala mutlulukta ısrar ediyorsa insan kötülükleri yenmeye de muktedir elbet...

neyse daha fazla uzatmayacağım. sadece sevgili kızlarım iyi ki varsınız demiş olayım. dallarıma konan minik güzel bahar çiçekleri. öyle tatlı şakıyorsunuz ki koskoca hayatın ta kendisisiniz...

22 Mart 2017 Çarşamba

1 yaşımıza çok az kala

bejna sayesinde zeyno'nun 1 yaşına yaklaşmasını saat saat dakika dakika izliyoruz. her sabah uyanınca "aa zeyno'nun 1 yaşında olmasına bugün ... gün kaldı" diye güne uyanıyor.



peki bunca vakit neler yaptı bu zeyno'cuk? 10 günü geçirdikten sonra bejna'yı alma bahanesiyle "okul" denen kavramla tanıştı. havaların fena olmadığı vakitler beytepe'nin rüzgarlı havasını ciğerlerine çekip anaokulu talebelerinin şaşkınlıkla karışık sevgi gösterilerine tebessüm etti.

"okul" hakkında hiçbir fikri olmasa da ablasının türlü etkinliklerine iştirak buyurdu. resim sergisinden neredeyse hafta bir kez yapılagelen mezuniyet törenlerine değin hiçbirini kaçırmadı. kah siling içinde kah bebeport içinde oradan oraya arz-ı endam eyledi. bejna'nın resim sergisi, portfolyo sunumu, beyaz ev'deki toplu etkinlikler zeyno'nun hayata dair fikirlerini geliştirdi. palyaçolu, müzikli danslı eğlenceler, bejna'nın arkadaşları ile yapılan toplu etkinlikler, buluşmalar zeyno'yu hayata erken hazırladı. hele ki ortamda bulunan bejna'nın arkadaşlarının zeyno ile sadece gün farkı ile küçük ya da büyük kardeşleri durumu pekiştirdi.

durum böyle aksiyonlu bir biçimde seyrederken baba duruma el koyup bu böyle gitmeeez bu çocuk gezmeye - tozmaya alışmalı deyince ailece soluğu amasra'da alıverdik. mayısın orta yerinde otel sahibinin  "daha kırkı bile çıkmamış, hasta olmasa bari" bakışları altında deniz havası soluyup balıkları mideye indirmenin tadına vardık. gerçi tam varamamış olmalıyız ki 2 hafta sonra gene soluğu çakraz'da aldık. kırkımızı çıkarmış olmanın haklı gururu ile o otele yerleştik.

e tabi ki uzunca kalamazdık amasra'da. fekaaat amasra olmasa da bu yaz esintisini zeyno'ya yaşatmak boynumuza borç oldu. e ne yapalım? doldurduk çıkınları, doluşturduk çocukları havuza koşu koşu verdik... kısırımız, böreğimiz, pattis salatamız ile oooh sefamız oldu her akşam :) derken tatil geldi çattı! aman eyvah ne yapiciiiiz? dersim, mersin, bodrum, marmaris, urla filan derken zeyno'nun nerdeyse ilk altı ayı yollarda bellerde geçti gittiii...

"olay altı aydan sonra başlıyormuş a dostlar" deyiverdi zeyno. zira  bejna ilkokula, annesi de işe başlamıştı... amanın hayatın çetin yolları ile böyle bir eylül günü tanış oldu zeyno. abla gider, anne gider... kalır  mı bi başına anneanneyle... "amanın bek bi zorumuş bu işler!" diye ağlanır olmuş zeyno. bir de süt alerjisi baş göstermiş. böylelikle zeyno gece uykusunu unutmuş, gündüz uykusunu unutmuş...

neyse günler ilerlemiş, zeyno emeklemeyi hızlıca öğrenip yeni meraklar edinmiş kendine. hep de tehlikeli işleri seçer olmuş nedense. dişler çıkmış, yemekler daha bir lezzetli gelir olmuş. önüne konulanlardan sıkılıp yeni tatlar aramış... peynir yiyemiyorsa zeytin de mi yasakmış? hem yeşilini hem siyahını somurup somurup yer imiş, yanında parça pinçik ettiği ekmeğiylen. bugün bir de domatis denemiş ama sevmiş sevmemiş pek anlayamadık. ama anladığımız şu oldu bu yıl zeyno'nun yardımıyla domates salçası yapabileceğiz.

bir de ablası var zeyno'nun. tatlı mı tatlı şefkatli mi şefkatli. ama bu sevgi karşılıklı. zeyno nasıl sarılıp öpüyor ablasını. o ağladığında yanağını seviyor, yaşlarını siliyor..  eh bu ana tanıklık eden bizler de mendillere dadanıyoruz o vakit...

öpüyorum sizi kuzucuklarım.

15 Mart 2017 Çarşamba

diş buğdayı

nedir diş buğdayı?

artık bilemeyeceğim bebek çıkan dişleri ile güzel güzel faydalı şeyler yesin diye midir? dişler bereketi artırsın diye midir bilemem. ya da buğday gibi güzel dişleri olsun diye mi diyesim de geliyor ancak fazla zorlamayacağım. ama insanlık için insanlık tarihi için önemli bir besin maddesi seçilmiş: buğday! hem de ne güzeldir buğday tarlaları baharda yemyeşil, yazda sapsarı başakları ile hayatı müjdeler bizlere... belki bu yeni başlangıcın buğday ile özdeşleştirilmesinde bambaşka bir mana vardır.

neyse işte eskiden adet daha doğrusu benim çocuk olduğum topraklarda buğday kaynatılır komşulara filan dağıtılırdı. ya da ben mi böyle hatırladım şimdi bilemeyeceğim. bejna'nın 10 uncu ayında dişleri çıkar çıkmaz anneannesi buğdayı kuruyemişi artık ne gerekiyorsa hepsini bildiği baharatçılardan alıp taaa mersinler'den getirmişti. biz de yakınlarımızla bir arada neşe ile kutlamıştık bu diş buğdayını...

zeyno da aynen ablasını takip etti... tam da 10 uncu ayda beyaz incileri gördük. tam da o sıralar çok sevdiğim arkadaşlarımı eve davet etmek istiyordum... e madem birlikte kutlamak farz oldu hem bizler uzun bir aradan sonra görüştük hem de zeyno'nun yeni dişlerini kutladık. zeyno'nun partisinde bejna'nın birbirinden tatlı arkadaşları da vardı. bol çocuk pür neşe demek. zeyno kahkahadan kırıldı elbet bu partide :))) gelen dostlarımıza buradan da teşekkür ederiz neşemize ortak oldukları için...

peki biz nasıl yaptık bu diş buğdayını? önce ankara ilimizde buğday aramaya başladık. tabi cahil ben carrefour'dan aldığım buğday ile anneme havamı attım. o da buna kahkaha ile güldü. çünkü neymiş aşurelik buğday farklı imiş ve asla da kat'a da bundan haşlama olmazmış :))) kös kös ertesi günümü de buğday aramakla geçirdim ve şehrimizin aşureye olan düşkünlüğünü test ettim. pes ettiğim noktada biz de aşure ile kutlayacaktık diş buğdayını :))) ama bildiğim bir baharatçı beni şaşırtmadı ve 1 kilo buğdayımı verdi bana. biz de onu haşladık bir güzel içine yer fıstığı koyduk bir daha haşladık amanın pek güzel oldu. herkesin beğenisi farklı olacağından içine başka birşey katmaksızın pudra şekeri ve dövülmüş cevizi ayrı kaselere koyduk ki isteyen dilediği şekilde yesin diye. bu haliyle de gayet beğenildi. hatta çocukların yemesine pek sevindim.

aslında buğdaylardan kolye yapıp çocuklara armağan etmeyi aklımdan geçirdim ama buna zamanın elvermedi :(

evde yürüyüş alıştırmaları yapan afacan zeyno'mu ve okulda şu an öğle yemeğini yiyen bejna'mı buradan sımsıcak kucaklıyor ve öpüyorum...

kitap aşkı

bejna çok daha minikken beni dinliyor ama anlamıyor ikenden beri geceleri uyuturken sohbet ederek masallar anlatır yahut okurdum. o da usul usul dinlerdi uyumazdan evvel.. şimdi okumayı söktü sökeli her gece 2 sayfa okumadan uyumuyor. yastığının başucundaki lambayı yakıp, kitaba dalması hem çok hoşuma gidiyor hem kendi küçüklüğüme bir yolculuk etmiş oluyorum.


onun okurken ilk zevk aldığı masal "şıkıdım" adında bir adamın başından geçen komik olayları anlatıyordu.
-bejna bu akşam ne okuyalım?
-dagadan (ardından kahkaha)

*dagadan; şıkıdım'ın bebekçesi bu arada ;)



(foto biraz eski galiba :))) )

andersen, ezop masalları, binbir gece masalları ile ben de her gece çocukluğumu yeniden yaşar olmuştum. bir süre sonra ise bejna'nın arkadaşı sevgili yeşer'in armağan ettiği "küçük prens" ile artık masalları bırakıp öykülere geçmiştik.. neler okumadık ki muzaffer izgü'ler, iliada, odysseia, peter pan, behrengi'den küçük kara balık, telhun, bir şeftali bin şeftali, şermin... aslında belki de bir liste yapmalıyım; o da başka bir postun konusu olsun o vakit...

her biri ile ben de o çocukluğuma dönü dönüveriyordum. şimdi ise artık dinleyici konumundayım ben. o okuyor tatlı tatlı ben de ah pardon! biz de dinliyoruz :)) tabi ki zeyno ile birlikte.. nası keyif alıyor anlatamam. zaten bejna ne yaparsa yapsın zeyno illa ki keyif alıyor. dün gene ikisini aynı anda uyutmaya çalıştım olmadı.. neyse zeyno'yu salona yolladım ben bejna'yı dinledim usul usul.. doğa'cığın armağanı olan Alice Harikalar Diyarında'yı okuyordu... epey okuduktan sonra zaten hasta olan bejna güçlükle de olsa uykuya dalmıştı. peki o sırada yanıma gelen zeyno ne yaptı? minnak parmaklarıyla bejna'nın gözlerini açmaya çalışıyor ki birlikte kudursunlar diye :)))) tabi hemen kaçtık olay mahalinden ve bejna'ya güzel uyku ortamını derhal sağladık...



23 Şubat 2017 Perşembe

aşırı tatlı zeyno'nun aşırı tatlı hikayesi

sabah sabah içime dolan kasvet kasavet zeyno'nun minik dokunuşları, bejna'nın bakışları ile son buluyor... zeyno'yu uyutup bejna'yı okula yetiştirme telaşı ile güne başlıyorum. şayet o gece zeyno sadece 3 kez uyandıysa halime ve bölük pörçük de olsa uyuduğuma şükredip güne zıplıyorum. çünkü zaten genelde olan şey zeyno'nun yarım saatte bir uyanması... neyse bejna üzerini giyinip kahvaltısını edip okula yetişince ilk raundu tamamlamanın verdiği rahatlıkla bu kez zeyno için benzer işler yapıyorum. kahvaltısı, sütü, oyunu vs derken e artık ben de işe gideyim değil mi?



en dayanılmaz an işte bu... evde gözelerinin beni arayıp duracağı duygusunu bastıran tek şey annemin sonsuz şefkatinin zeyno'yu sarması oluyor. ama özlem bitmiyor. hem bejna hem zeyno için yanlarından ayrılır ayrılmaz derin bir özlem başlıyor... zeyno bu sabah yine kahvaltı etmekte zorlandı. çünküüüüü iki mini mini incimiz patlak vermiş :) sadece elime hissediyorum bir kez de gördüm o incileri.. ama bir daha o ağız hiç açılmadı, dişler saklanıyor. kesin diş görümlüğü istiyor minik kuşum:) burada ablasının da 10 aylıkken dişlerini çıkardığını hatırlatayım. ablanın izini sürüyoruz.

bir de zeyno'nun yürüme hevesi... atın beni yerlere tutunup tutunup kalkayım yürüyeyim diyor... artık masaların altından, çekmece ve dolapların yanından topluyoruz onu... en sevdiği ve zıplaya zıplaya koştuğu oda ablasının çalışma odası.. biliyor tabi orada karıştırılacak, yırtılacak, kırılacak tonla hazine var :)



elbette aşırı tatlı zeyno'nun aşırı tatlı hikayesi bu iki satır yazı değil.. öyle sıcak duygular var ki kağıda dökülünce kuruyan... anlatamadım vesselam o minik ellerin, şen gülüşlerin hissettirdiklerini. o da benim eksiğim olsun.

7 Şubat 2017 Salı

saatler çalışır, izinsiz hep bir sonraya *

gene *bülent ortaçgil verdi ilhamı... epeydir zeyno'nun gelişim evrelerini, bejna'nın katettiği yolları yazmak geliyor içimden. ve fakat zaman hızla geçiyor.. yazıya başlık ararken mırıldandığım bu şarkı zamanın acımasızlığını yeniden ilan etti bana. saatlerin tik takları durmaksızın çalışıyor, kuzular büyüyor. hayatın ve zamanın kuralı, denklemi bunlar. çocuk sahibi olmayan arkadaşlarım zamanın hızını bu denli anlayamıyorlar çünkü önlerinde büyüyen çocuklar yok. biz ebeveyn olanlar için ise yaşlanmışlık hissine kapılmak pek de zor olmuyor.

evvela bejna'dan söz etmek istiyorum bir kaç cümle. bejna okuyor, yazıyor... bu kaçınılmaz. ancak bu noktada sevinerek belirtmek isteyeceğim şey kitap okuma alışkanlığı edinmiş olması.  her gece kitaplıktan birlikte okuduğumuz kitaplardan birini alıyor ve uykuya dalmadan evvel gözleri yorulana kadar kitap okuyor, ardından kaldığı sayfaya ona yıllar önce aldığım kitap ayracını yerleştirip yatağının başucundaki komodine kitabını koyduktan sonra uykuya dalıyor. elbette evde kitap okunuyor olması onun gözlemlediği bir alışkanlık. ama bence  (daha okuduğum şeylerden anlamadığı zamanlarda bile) her gece ona okuduğum masallar yatmadan önce kitap okuma alışkanlığını kazandırdı. zaten bir süre sonra masallardan bıkmış, öykülere geçmiştik. hatta uyumamak için bana okuduğumuz hikayenin özetini de anlattırır ardından ana fikri hakkında sohbet ederdik uzun uzun... zeyno'dan sonra yine ona kitap okuyordum geceleri ama bu mesele kısa sürdü artık kendi kitabını kendi okuyor, zeyno da keyifle dinliyor. onun dışında baleye devam ediyor. ödevlerden nefret ediyor. kitap okumayı onca sevmesine rağmen "ödev" olarak verilen kitaplardan hazzetmiyor :) sürekli resim çizmece ve tasarımlar yapmakta. kitap, masa, kağıt tutacağı ve daha bir sürü iş peşinde. markasının adını da koymuş: BAZ (Bejna-Anneanne-Zeyno). bu adı çok beğendi. etrafta "designer bejna"yım diye dolaşıyor, herkese markasını anlatıyor. hatta işyerinin çatılı müstakil bir bina olacağını, kendisinin patron olacağını ama tüm tasarımlarını her aşamada kendi elleriyle yapacağını söylüyor. yine "eleman" bulmak için işyeri binasının çatısına "eleman aranıyor" diye yazacağını dahi hayal ediyor. daha da ileri gidip ne kadar maaş vereceğini bile hesaplıyor. ayrıca bize bile parasız ürün vermeyecekmiş, çünkü o tasarımlar için çok uğraşıp yorulacakmış ve bu nedenle parasız iş yapmayacakmış.  bu yaşta benim en yaratıcı hayalim astronot olmaktı valla :) daha öteye gidemeyen bu hayal ilkokulda "hakim"liğe indirgenmişti bile çoktan. hani arada ressam filan diyordum ama çizdiğim resimler de buna pek izin verecek cinsten değildi açıkçası :))) yeni konuşmaya başladığında "kolye tasarımcısı-gooye dadarımcıdı" diyen bejna'nın sebatkarlığı takdire şayan.




zeyno'ya gelince... 10 aylık olmak üzere. tam bir çılgın. yürümek istiyor bir an evvel. o yüzden en yakın arkadaşı yürüteci. tabi ki on dakikayı hiç geçirmedik. ama çok eğleniyor. çekmeceler, dolap kapakları zeyno'yu kışkırtıyor onlara bir an önce erişmek istiyor. bir yerlerden tutunarak yürüyor yani sıralıyor epeydir. bakalım o heyecan dolu an ne zaman gelecek? kendi kendine konuşuyor. ama en bilerek söylediği ilk sözcük "baba" oldu. onun kucağına gitmek istediğinde "baba" diye ağlıyor. en sevdiği kucak baba kucağı :) söylediğim bazı sözcükleri tekrar etmeye çalışıyor. geçen "dikkat dikkat" dediğimde hemen "tika tika" deyiverdi. henüz dişimiz yok. bejna'nın dişleri 10 aylıkken çıkmıştı; sanırım zeyno da yavaş yavaş çıkaracak incilerini. gezmeye bayılıyor. dışarı çıkılacağı zaman ayakları havada çırpınıyor :) çocukların neşesi hiç sönmesin. onların neşesi var ediyor dünyayı yeniden ve yeniden...



*saatler çalışadursun hep bir sonraya... saatler çalışırken bizler de çocuklara bırakacağımız dünyanın güzel bir düşten öteye gitmesi için çalışalım o vakit.

23 Ocak 2017 Pazartesi

bejna ile zeyno'nun tatil rehberi :)

bilen bilir gezmeyi pek sever, hayatı kaçırmamak için gözümüzü kırpmadan her türlü engelli yola baş koyarız :) şaka bir yana, hayatı sevmekle gezmenin bir ilgisi olmalı bence. bir kıyısından girip anların, mekanların anılar biriktiririz.. bejna doğmadan önce de böyleydi biraz hızımız. zeyno doğunca ne olur diye düşünmedik de hiç, o 37 günlüktü koştuk amasra'ya, oradan çakraz'a... yemek yediğimiz otel sahibesi üşütmeyin çocuğu dese de slingin içinde zeyno oradan oraya koştu durdu önüm sıra. o uyudukça yemek yedim, kumda dolaştım, deniz havası aldım. ne güzel düşünmüştü faruk... haftalarca eve tıkılı kalmaktan bi hal olmuşum da haberim yokmuş meğer. o yüzden 2 hafta sonra gene soluğu çakraz'da aldık. dönerken yemek yediğimiz pidecide bebek çantasını unutmayaydım iyiydi gerçi :)

aslına bakarsanız normal olan hatta bence yeterince gezmediğimiz için anormal bile sayılabilecek hal bebekle gezmemek... bebeğin gelişimi açısından gezmek lazım. bu yüzden hiç bir yere gidemediysek bejna'nın tatloş arkadaşları ile neredeyse her gün havuz sefası yaptık. kuzular havuza girerken biz ebeveynler de havuz kenarında kısırımızı böreğimiz yiyerek yaza güzel bir başlangıç yaptık :)))

bir kere gezmek lohusa depresyonuna da birebir... evde kalıp uykusuzluktan şiş gözlere, şelale gibi kendi akışına kapılan saçlara ve verilemeyen doğum kilolarına bakıp sızlanmaktansa güneşin tadını çıkarıp gülmek için bahane aramak en iyi seçenek bence. hiç farketmez illa havuz deniz şart değil, biz akşamları yürüyüşe de çıktık bejna ve zeyno ile. bejna parkta oynarken ben zeyno ile gezindim amaçsız...

neyse gelelim asıl gezmelere.... dersim, mersin.... bodrum, marmaris, urla :) ayrıntıya girersem eğer harçik, marçik, ovacık, kutudere, anahita.... mersin sadece mersin... hem çok sıcaktı hem de hiç keyfim yoktu:(

bodrumda deniz, çayır, çimen, kum zeyno'nun, denizler, havuzlar, dans club salsa bejna'nın ilgi alanıydı diyelim. tatilin sonlarına doğru çok güzel bir dans gösterisi yaptı kuzucuk. biz de neşelendik.. zeyno ilk kez denize kadıkalesi'nde girmiş oldu... aldım kucağıma soktum denize... nası eğlendi anlatamam.. ayakları çırpa çırpa... dünyanın başka tatları da varmış demek dedi... ilk kez limonu ve portakalı bodrum'da tattı ve pek bayıldı. karpuz da verdik :) bebekli tatil zor olsa da ev ortamından daha rahattı bence. o zamanlar zeyno fena uyumuyordu. 4. ay aşısını gümüşlük'te oldu, bir şekilde kotardık süreci.

ordan ver elini marmaris gökçeköy... daha önce kaldığımız tatil evindeydik gene... mis gibi ormanın içinde tertemiz havayla güne uyanmak, sabah uykudan kalkıp havuza zıplamak ne güzeldi.. bejna havuzdan gece gündüz hiç çıkmadı. bense vakit buldukça... bir gün bejna'nın arkadaşı tatlı doğa ve kuzeni de geldi. o gün de çok mutlu olduk ankara'daki dostları tatil ortamında da görmüş olmak çok güzeldi. hatta kız kıza tatil yapma fikrini bile geliştirdik :) sonracıma bir gece aniden gelen saz sesiyle yeni dostlar edindik. gece vakti bejna, zeyno ve annem uyumuşken uzaktan saz sesi duyduk.. onlar ikinci şarkıya geçtiğinde biz de onların verandadaydık artık gece saat 01.00 :) sevinçle ulaş'ı böylece tanıdık ve çok mutlu olduk. saat 3 gibi zeyno uyanıncaya kadar güzel vakit geçirdik. ilerleyen günlerde de görüştük. ama tatilin her türlüsü kısa... yetmedi palamutbüküne gittik. 3 gün de oranın tadına bakıp ankara'ya döndük. tabi zeyno'nun arada gezdiği çiftlik, marmaris, çınar, hayıtbükü, akvaryum koyu daha nereler nereleri hesaba katınca yaptığı kilometre arşa değdi herhal :) bence o da çok memnundu. çünkü eve gelince 4 duvar o kadar sıkıldı ki alışana kadar huysuz kedi oldu şekercik.

tatil güzel iş vesselam.. emekli olunca turist rehberi mi olsak acep?

ah çocuklar, vah çocuklar...

ne olmuştu... bizler yeni nesil anneler özgür, mutlu çocuklar yetiştirmeye odaklanmıştık. annelerimiz gibi olmayacaktık hiç! ah keşke olsaydık, olabilseydik. onlar bizi sınırlıyordu değil mi, onlar bizi birer birey olarak görmüyordu değil mi? üstelik bizlere bakmaktan kendileri helak olmuş, doğum sonrası kiloları ile tasvip edilesi değillerdi değil mi? bizler "çocuk da yaparım kariyerde!" nesliydik... hem kariyer sahibi, hem fit bakımlı hem de muhteşem neşeli anneler olma yolunda ilerledik.

ah benim çocuğum, en mükemmel sen olacaksın. her türlü etkinliğe katılacaksın, baleden çıkıp jimnastiğe oradan yüzmeye akşam piyanoya.... ingilizceyi şakır şakır konuşacaksın. ama çocukluğunu da yaşayacaksın, çılgınlar gibi eğleneceğiz seninle, neler neler oynayacağız bi bilsen... hem iyilik meleği, hem çevreci hem bilmemneci olacaksın. arkadaşlarınla süper eğlenip paylaşmayı öğreneceksin..

işte bu eğilimler anne bloglarını doğurmuştu. tabi ki ben de çok faydalandım. bebek beslenmelerinden tutun da doktor, okul, etkinlik tavsiyeleri.. hepsi birbirinden değerli ve güzel paylaşımlardı bence. ve blogcu anneleri gerçekten tebrik ediyorum gittikleri yolu anlattıkları, yaşadıklarını paylaşma erdem ve zahmetini gerçekleştirdikleri için.. bir kere kesinlikle faydalandığım fikir aldığım çok sayıda paylaşım gördüm. benim blog dünyasına girme nedenim ise tamamen bir günlük oluşturmaktı ve bu nedenle blog adı "bejnaninguncesi" idi zeyno doğana kadar. çünkü bir deftere yazma imkanını zor buluyor ve kuzularımın "an"larını kayıt altına almak istiyordum. neyse, mesele bu değil... mesele anneliğimiz..

özeleştirimi vermek istiyorum öncelikle: bir kere evet bir evlat yetiştirmek meşakkatli iş. sorumluluğu büyük. ben ise nispeten şanslı azınlıktayım çünkü annem destek oldu, oluyor hala. o olmasaydı çok daha zordu herşey.. hakkını hiç ödeyemem bunu biliyorum. onun dışında kuşkusuz eşimle birlikte kotarmaya çalışıyoruz bu işi... geceleri üzerimizi örten şefkatli el onun eli... zeyno geceleri uyandığında benden önce kucağına alan eşim.. kendisi uyutamaz ise, zeyno ille de süt diye tutturursa ben devralıyorum. evet bu kısım tamam. peki asıl meşakkatli iş... örneğin tam gün çalışan birisi olarak eve yorgun gelip her ikisine de yetişmek, ihtiyaçlarına cevap olmak zor iş. üstelik stresli bir işiniz varsa, asıl zihnen oluşan yorgunluğa çare bulmak zorsa.. mesela istediğim gibi bir anne olamadım.. çocuk da yapıp kariyer de yapamadım. çocuk yaptım, kariyer kaldı... eğlenceli, süper enerjik de değilim. her gece bir aktivite ile onu doyurmayı başaramıyorum örneğin.. sadece bejna varken, o daha bebekken oyun, etkinlik yapıyor, geceleri kitap okuyor, saatlerce konuşuyordum. ama işte o reklam cıngıllarındaki neşeli hal her zaman olamıyordu. bir kere büyükşehir stresi, iş stresi o neşeyi alıp götürüyordu. şimdi zeyno ile oynarken bejna'nın etkinlikleri aksıyor, bejna ile eğlenirken zeyno eksik kalıyor...

özeleştirimi de verdiğime göre bir de işin gözlem kısmına gelmek istiyorum. evet iyi kalpli, yardımsever, mutlu bireyler yetiştirmeye çalışıyoruz, bunun için sürekli birşeyler okuyoruz falan filan da neden çocuklarımız tam olarak mutlu değil. neden en ufacık bir olumsuzlukta moralleri bozuluyor. neden arkadaşlarıyla hep bir arada eğlenirken illa maraz çıkıyor. neden çocuklar da biz büyüklerin yarış iklimindeymişçesine istediğini almak uğruna şiddete başvuruyor. neden tatminsizler. neden birbirlerini üzecek şeyler yapıyorlar. neden paylaşım meselesi sadece birinin yararına olacak şekilde hallediliyor. bu konuda elbette hepimiz diyeceğiz ki, ay benimki herşeyini paylaşır arkadaş canlısıdır... yok ama öyle değil... ne okulda, ne alış veriş merkezinde ne de parkta bu böyle değil.. illaki birisi diğerinin canını acıtarak dahi olsa istediğini elde edebiliyor. bizler acaba proje çocuklar yetiştirelim derken kapitalist toplum gereklerine göre mi çocuk yetiştirdik de insanlığa ait değerler ikinci planda kaldı? neden hayaller neşe içinde oynayan çocuklarla dolu reklam cıngılı misaliyken gerçekler birbirini itip kakan, can yakıcı hatta ve hatta idam isteyecek denli kindar bir ortam oluverdi...

zeyno büyürken

günlüğe galiba zeyno'nun 9 ay boyunca ne yaptığından pek az bahsettim... zeynoo 9 aylık tatlı mı tatlı inatçı mı inatçı bir hanfendi  oldu..

o bizim sabah sevincimiz... sabahları gece uyumamış olsa da hasta yorgun da olsa hep bi gülerek kalkıyor. ne bileyim 9 aylık bir bebeğin olayı budur belki... hele bazan uyanıp kendi kendine ayaklarını havaya dikip sohbet ediyor, aaa, daddaaaaa, babaaa, anneeee, hetötöö filan gibi tatlı sesler çıkarıyor, sonra kendini onaylıyor filan... okullar açıkken illa bejna oyanınca o da uyanıyordu. sensörlü gibi, bejna'nın nefesini duysun gözleri açıyor hemen. hele bejna ona birşeyler söylesin, konuşsun basıyor kahkahayı... başka neler yapıyor, el çırpıyor. en beğendiği maharetlerinden birisi bu.. el çırpıp bize gösteriyor.

kahvaltıda yumurta, avokado, ekmek ve pekmez yiyebiliyor.. zeytin de yiyor keyfi yerindeyse. turşulu parmağımı yalamayı pek seviyor. limon, portakal, mandalina yalamayı da... beni birşey yerken göründe hemen istiyor. eğer çok zararlı birşey değilse ufaltıp veriyorum çok  mutlu oluyor. örneğin patlamış mısır, fındık, fıstık.. (alerjisi yok, test yapılmıştı) o zaman tam bir minik serçe gibi oluyor işte.. ay bir de armut diye çıldırıyor... rendeleyip ağzına verene kadar bas bas bağrıyor :) sebzeleri haşlıyorum yahut fırında pişirip çatalla ezerek veriyorum, bayılıyor. oysa bejna hiçbir yaptığımı yemezdi.. hele ona ne tarifler denerdim sonra üzülerek dökerdim. belki zeyno biberon almadığı için ve süt alerjisinden dolayı kısıtlı beslenmesi gerektiğinden şimdilik fena gitmiyor. ama belli olmaz tabi ucu açık meseleler bunlar.

bejna kitap okurken o kadar mutlu dinliyor ki onu, yanına uzanıveriyor hemen sesini çıkarmadan onu dinliyor. zaten bejna ne yapsa zeyno'ya düğün bayram. oyuncakları ile oynuyor, kumandasını televizyona doğrultup tuşlarına basıyor ama ekranın neden değiştiğini bir türlü anlayamıyor :) oyuncak bebeklerle ve diğer oyuncaklarıyla oynuyor ama en sevdiği şey kağıtlar, dergiler... onları yırtmaya bayılıyor. bir de yürümek istiyor, çekmece ve dolapları gözlüyor. zaten yürüteci ile konsolun dolabını açma yöntemini sonunda buldu hepimize hayırlı uğurlu olaaa :) çekmeceyi de emekleyip açabiliyordu. bunlar da yetmiyor gibi gazetelikteki dergileri farketmiş minnak parmaklarının ucunda yükselerek eğilmek suretiyle onları almaya çalışıyor ki bu son gelişme yürüteçten soğuttu bizi..

bejna tatlı kızım uykuya direnişte son nokta idi... zeyno da peşinden emin adımlarla ilerliyor.. bejna uykusunda bile "benim uykum delmeeeedi" diye bağırırdı, zeyno da uyku vakti yatak odasına girer girmez çığlık çığlığa ağlıyor. son 3 gündür bu böyle. ne zaman yatak odasına ya da anneannesinin onu uyuttuğu çalışma odasına gece vakti adım atılsa zeyno bağıra bağıra ağlıyor. ve benim geçmiş anılarım canlanıyor valla.

ne kadar yorgun olsa da uyumama isteği baskın geliyor. Ayın 11'inde kızamık aşısı olacak idi. Fakat kızamık aşısı süt proteinleri içerdiğinden doktor gözetiminde test yapılarak açı olması gerekti. aynı tarihte B12 iğnesi de oluyor, velhasıl zorlu bir gün bizi bekliyordu. sabah iğneyi yaptırıp sağlık ocağından aşısını da alıp eve yollandık. azcık uyudu sonra yallah hastaneye. önce alerji testi yapıldı 20 dakika yatay vaziyette kucağımda durdu. durdu demiyeyim de durmaya çalıştık. sonra aşısı yapıldı ve 2 saate yakın küçük bir odada bekledik. uyutmaya çalıştım çalıştım çalıştım nafile... etrafı izlemek cazip geldi. tüm bu işler bitip arabaya binince pıt diye uyudu. peki ne kadar sürdü? yarım saat. yarım saat sonra babasının işyerinde açtı gözleri :) eve gidince de performansı aynıydı doğrusu. aman bugün pek yoruldum azcık dinleneyim demez mi insan.. demedi..

bejna'dan söz etmedik mi? ilk karnesini aldı :) "çok iyi" hep böyle olsun.. şimdi o gözlediği tatilde. ama öğretmeni 32 günlük ödev vermiş. keşke vermeseymiş...  geceleri kendi kitabını kendi okuyor artık, gözleri yorulunca ayracını kitabın arasına koyup yatıyor bir sonraki gün kaldığı yerden devam ediyor. aslında okula başlamadan okuyordu. ama okul başlayınca üstelemedi, biz de üstelemedik. geçen diyor ki öğretmen okumayı bilenleri sordu, bir arkadaşım bildiğini söyledi. ben durumu izledim ona başka etkinlik verince ben bildiğimi söylemekten vazgeçtim :)))

şimdi ikisi evde haralagürele oyun oynuyorlardır... gidip onların arasına katılmalı derhal...

9 Ocak 2017 Pazartesi

çocuk çocukken...



Çocukluk Şarkısı
Çocuk daha henüz çocukken kollarını sallayarak yürürdü.
Derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın sel,
bir su birikintisinin de deniz olmasını.
Çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
Herşey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
Çocuk henüz çocukken hiçbirşey hakkında fikri yoktu.
Alışkanlıkları yoktu
Bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
Saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…






Çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
Neden ben benim de sen değilim,
Neden buradayım da orda değilim.
Zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
Güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
Gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan 
önceki dünyanın bir görüntüsü mü?
Gerçekten kötülük var mı?
Gerçekten kötü insanlar var mı?
Nasıl olur da ben olan ben olmadan önce var değildim ve nasıl olur da ben olan ben, bir zaman sonra ben olmayacağım…
Çocuk daha henüz çocukken ıspanağı, bezelyeyi, sütlacı ve karnabaharı ağzında geveleyip dururdu,
ama şimdi hepsini yiyor, üstelik mecburiyetten değil.
Çocuk henüz çocukken bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı.
Şimdi tekrar tekrar uyanıyor.
Bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazıları.
Cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor.
Hiçliği düşünmezdi, bugün ondan ürküyor.
Çocuk henüz çocukken hevesle oyun oynardı,
şimdi ise ancak yaptığı işle heyecanlanıyor.
Çocuk daha henüz çocukken elma ve ekmek yemek yeterliydi.
Bu bugün de böyle.
Dutlar ellerini doldururdu, bugün ki gibi
Taze cevizler buruşuk bir tat bırakırdı ağzında, hala bırakıyor.
Çocuk henüz çocukken bir dağın doruğuna vardığında biraz daha yükseğini arzululardı hep,
Büyük bir şehir gördüğünde daha büyüğünü isterdi, bugün de böyle bu.
Coşkuyla ağaçların dallarına tırmanırdı tepedeki kirazları toplamak için, bugün de böyle bu.
Kızarırdı yüzü yabancıların gözü üstündeyken, bugün de bu değişmedi.
Sabırsızca ilk düşen karı beklerdi,
bugün de yaptığı gibi.
Çocuk daha henüz çocukken
zıpkın gibi bir çomak fırlattı ağaca
bugün hala titrer çomak o ağaçta.
Peter Handke

4 Ocak 2017 Çarşamba

bir telaş pür neşe

kuzum gece gece uyku girmez mi hiç gözüne?

girmez tabi, oyundur tüm derdim, bir de bitmek tükenmek bilmeyen merakım...
gündüz merak, gece ayrı merak.
ablamla kıkırdayıp durmak koca yatakta ne keyif..
annem masal anlatırken hem dinlerim hem düşünürüm etrafta dönen şeyleri.. bundandır dikkatimin hemen dağılması...
kafam gözüm durmaz tek bir yerde, oradan oraya kayar bakışlarım. her baktığım şeyde bir neşe ararım, gülmek için bir sebep...
bazan ablam benden önce uyur... ah derim neden, az daha uyanık kalsaydın annem beni de zorlamazdı uyumaya.. gözlerim acısa da uykusuzluktan inat eder uyumaz, sabaha kadar oynardık. yoksa hayat kaçıyor. ne gerek var uyumaya... uyumaya mı geldik :) dışarda hayat var. ay var, yıldızlar var gecede, hem de ne güzel hayaller....
bazan ben ablamdan önce yenik düşerim uykuya. ama usul usul dinlerim annemle sohbetlerini.
en çok kulağıma çalınan ablamın anne ben uykuyu sevmiyorum neden gece uyumak zorundayız dediği olur... içimden kıkır kıkır gülerim. ama çaktırmam anneme... yoksa bilirim cıngar çıkar ve sonunda illa ki biz uyuruz... hahah ne gam! ben alırım intikamımı :) saat başı ıngaaa dersem olur da biter... annem uyanır, ben uyanırım. iyi günündeyse beni uyumaya da çok zorlamaz, usul usul sever, masal gibi ninni söyler..


ne bu telaş minik serçem der... merak etme büyüyeceksin, göreceksin dünyayı. merakın hep sürecek lakin... ama dur bi sakiiin der. ne bu telaş! sonra gene de anlar beni, gülümser ve beni izler.. neşeme ve telaşıma ortak olur bir anda. bir anda koca kadın oyun oynamak ister benle... yere yatar benim gibi... ayaklarını sürüp yere benim gibi keyif alır birlikte yarışa gireriz... ben neye güldüğümü bilmem o an... ayaklarımı sürünce aldığım keyif mi yoksa annemi o halde oyun oynarken görmek mi... olsun kimin umurunda... bir anda pür telaş pür neşeye dönüyor ya!