Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Aralık 2016 Perşembe

minik serçe

bebeğim benim beş gün sonra 8 aylık olacak... zaman nasıl hızlı inanamıyorum. bir taraftan büyüsün diye heyecanlanırken öte taraftan en minik hallerini özlüyorum...



şimdi ek gıda faslındayız. nasıl da zor oldu bizim için çünkü ilk başladığımız yoğurdu yiyen zeyno kızarınca anladık ki alerjik bir durum. evet, test de yapıldı ve gerçekten süte karşı alerjisi var... tatsız tuzsuz bir mama verildi bize ve tabi oldukça geniş bir liste. aynını benim de uygulamam gerekiyor elbette.. hiçbir diyete dayanamayan ve hatta süt ve ürünlerine, (içinde süte dair bir gram birşey bulunan herşeye...bu çok geniş bir yelpaze, simit bile yiyemiyorum, galetalar bile sütlüymüş meğersem....) dayanamayan ben ağzıma sürmüyorum mesele zeyno'm olunca. her neyse alternatif üretmeye başladık ve tabi ki iş başa düşünce türlü yöntemler bulunabiliyor.

dün minik meleğimi beslerken yani yumurta sarısı ve avokado ile kahvaltı ettirirken farkettim aslında tam bir minik serçe olduğunu... ağzına minicik bir parça yumurta koyuyorum, geveleyip yutuyor.. sırayla azcık avokado azcık yumurta... minnacık ekmek parçası, bir damla pekmez... bir tane pirinç tanesi, minnacık et parçası... öyle güzeldi ki o an hiç bitmesin istedim... değişik bir tadı ilk kez deneyip sevdiğindeki o sevinç! sevmeyip tükürdüğündeki o sempati...




geçecek bu günler, büyüyecek sohbetler edeceğiz... her bir halleri ayrı tatlı.. bejna'mdan biliyorum... her gördüğü yazıyı merakla okuyuşu, haberlerdeki alt metinleri okuyup şaşkın bir sevince bürünmesi, hayata ilişkin yorumlarda bulunması, anne-kız sohbeti yapması... her bir an ayrı kıymetli, ayrı güzellikte... iş o kıymeti bilip yaşayabilmekte. keşke hayat o zevki her zaman tattırabilse. gündelik kaygılardan azade tamamen onlara odaklanmamız hep mümkün olsa... zamansızlık ya da yorgunluk o sevinç ve heyecanları bölmese...

1 Aralık 2016 Perşembe

unutmamak...

iyi dileklerle başlayalım güne... içinde bulunduğumuz kabustan kurtulalım, iyi olalım ve huzurlu... ve unutmayalım hiç bir vakit yaşanan acıları. aladağ'da canını yitiren bir yavrunun babası, cennet'in babası demiş ki o acılı yüreği ile: "Geleceğimdi benim” diyor; “Sıcakkanlı, öyle güzel bir çocuktu ki ömrüm boyunca unutamam. Hangi liseyi kazanırsa imkânlarımı zorlayıp yollayacaktım ileride. Durumumuz yok ama elimden geleni yapacaktım.”....

sanırım başka söze hacet yok... iki yavrum iki kızım geliyor gözümün önüne tüm kız çocukları geliyor gözümün önüne... ışıl ışıl bakam hayat kokan gözleri... çocuklar oyun oynar, hayal kurar ve en çok da neşe içinde güler. o gülücükleri boğmaya hiçbirimizin hakkı yok; onların hayallerini kırmaya, kalplerini karartmaya....

“Sıcakkanlı, öyle güzel bir çocuktu ki ömrüm boyunca unutamam." 

bu sözleri ben unutamam... n'olur hiçbirimiz unutmayalım. unutmayalım bombalar altında oyun oynamaya çalışan çocukları, ceylan'ı, cemile'yi, uğur'u, cennet'i... unutmayalım hiçbirini... onlar bizim güneşimiz, yıldızımız, pırıl pırıl göğümüz... 

26 Ekim 2016 Çarşamba

şefkat

aslında içimden yazmak gelmiyor.. dışarda muhteşem bir sonbahar havası, içimde kasvetler, kendi göğümde kara bulutlar... fakat yine de ne güzel  ki yazdıracak iki tane muhteşem sebebim var... elbette kızlarım... birinin bıdır bıdır konuşması, ışıl ışıl bakışı, diğerinin meraklı gözleri ve dokunuşundaki masum ve sonsuz şefkat... aslında birinin diğerinin değil, tüm bu tasvirler ikisi için de geçerli... ne yani çıkardığı seslerle zeyno konuşmuyor mu ya da bejna'nın dokunuşu daha mı az şefkatli.. değil elbet.. aynı. yazınsal bir kaygı ile öylesine bir cümle kurmuşum varsayın. iki pırlantam var benim ışıl ışıl yanan gözleriyle, iki pırlanta aynı enerjiyle...




saat sabahın beş buçuğu civarı, zeyno'nun uyanış sesleri, içime dolan kuş cıvıltıları, sonsuz bahar nefesi. baharın kızı ya kendisi :) kucağıma aldım uyuttum yatırdım.. yine uyandı bir saat sonra, tıpkı bejna gibi... o da sabah 6 buçukta uyanırdı hiç sekmeyen biyolojik saatiyle ve koynumda beraber uyurduk bir saat daha. içimde aynı sıcaklık aynı duygular zeyno'yu aldım yamacıma, diğer yamacımda da bejna :) düşündüm ben anneyim ama onların dokunuşu öyle büyük şefkat yüklü ki, onlar beni rehabilite ediyor, onlar beni gündelik hayattan o dokunuşlarıyla sıyırıyor.. onlar yetişkin ben çocukmuşum gibi sığınıyorum güzel kucaklarına, tenlerine, kokularına... işte o an dünya bir başka oluyor, her şey masalsı bir güzelliğe bürünüyor. ta ki saat çalıp kalkma komutu verilinceye kadar. telefonu sustururken ekranda beliren mesajlar, derken sosyal medya, gazete başlıkları, haberler derken güne başlanıyor. sokakta mutsuz insan yüzleri. dışarda ne güzel bir sonbahar var oysa ve sonbahar en çok ankara'ya yaraşırken şehir teslim alınmış bilinmez bir örtüyle. günün neşesi solmuş sanki.. bu düşüncelerle gün ilerlerken içime hapsettiğim çocuk kokusuyla başedebiliyorum hayatla.




karamsar mı oldu biraz. karamsar demeyelim de sitemkar diyelim dilerseniz. gülmeyen yüzlere, coşmayan yüreklere, karartan sözlere. olsun yine de benim gülecek iki sebebim var. şefkatleriyle beni sarmalayan iki güzel sebep, iki minik yürek... anladım ki onların şefkati biz yetişkinlerinkinden çok daha fazla, çok daha derde deva :)

size iyi sonbaharlar efenim, daha bitmedi. önümüzde bir ay ve bir kaç gün var.. ankara'yı rengarenk sonbahar yapraklarıyla tavaf edip kışa enerji depolayalım ki üzerimizdeki kara bulutları dağıtmaya gücümüz olsun değil mi?

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Feride

Feride... güzeller güzeli Feride. diğer adı Nanû... sanıyorum bebek demekmiş çerkesce. bebek gibiydi benim feridem. onu hep gül kokusuyla hatırlarım nedense.. yaptığı gül reçelleri, gül şurupları, gül yanağı... ne çok severdim onu, ne çok severdi beni... 




onun bu topraklardaki hikayesi bundan çok daha evvel başlamıştı. doğmadan evvel kaderi çizilenlerden.. kaderine sürgün ve soykırım düşenlerden. doğmadan çok önce başlayan hikayesi ana vatanı kuzey kafkasya'ya uzanır onun... taaa ki insanlık tarihinin kara lekelerinden kafkas halklarının bir hiç uğruna kırıldığı, nehirlerin, dağların, ovaların kan gölüne döndüğü, gemilerle karadenizin kara sularında sonsuz bir göçe zorlandığı büyük sürgün ile bu topraklara gelene kadar. 1864 yılında  büyük sürgünde dedesi Tercüman Ahmed öncülüğünde gelmiş ailesi ve yerleşmişler buralara. nanû hep dedesinin türkçe bilen az sayıda kimseden ve bey sınıfından bir kişi olduğu için kafilelerin ne şekilde iskân edileceği konusunda söz sahibi olduğunu anlatırdı. ne kadar doğrudur bilinmez elbet. ama doğru olan şu ki; 152 yıllık süren ve dinmeyen soykırımın acısı hala belleklerde taptaze. Nanû'nun daha birkaç saat önce yüreğimde bıraktığı acı gibi...(yazıyı geç yayımlıyorum. sonsuz yolculuğuna 28 haziran gecesi çıktı) 

dedeleri gelen kafileleri uzunyayla'da çeşitli köylere yerleştirmisler kendilerine de babugoy'u yurt edinmişler... denilen o ki bu sorumluluğu alan dedeleri, en güzel köylere kafileleri yerleştirdikten sonra kalan köyü kendilerine yurt edinmişler. ayıp olmasın en güzel yere kendileri yerleşti denmesin diye böyle bir tercihte bulunmuşlar. tercih ettikleri  babugoy meğer pek de güzel değilmiş. nanû'nun babası isa çavuş ile annesi mahicet hanım mutluymuslar ama... çoğu çerkes gibi severek ve kaçarak evlenmişler. isa çavuş eğitimini yarıda bırakıp kendini ailesine adamış... ne denli büyük bir sevgi ile örülü ise kurduğu yuva nanu hep özlem ve mutlulukla andı onları. ama babasına ayrı düşkündü, canı yansa "oy babam" diye inlerdi... nasıl özlerdi babasını... ne güzel hikayeler anlatırdı babasına dair. 

başka hikayeler de anlatırdı elbet. ilk aşkı ibrahim'i anlatırdı bazan. onunla katıldığı at yarışlarını, gri tayını, at yarışlarında hep birinci geldiğini, gençliğini, hayallerini... ne güzel olurdu onu dinlemek usul usul... yumuşacık sarılıverirdim koynuna, hep ama hep güzel kokardı. hep ama hep güzeldi o. yanakları gül gibiydi. dedem nasıl aşıktı ona, nasıl severdi. o hastayken yemeden içmeden kesilirdi. elini avucuna alır, gözünün içine bakar iyileşsin diye beklerdi saatlerce gözleri dolu dolu... hele birisinde; dedem sağlık karnesini kaybetmiş, emekli sandığına bir dilekçe yazmış; "eşim feride hasta olduğu için ben üzüntü ve kederimden sağlık karnemi kaybettim" diye. öyle güzel sevdiler birbirlerini... o sevgi bizleri doğurdu büyüttü işte... o sevgi bejna ile zeyno'nun yapıtaşlarında hala... dedemin anneanneme yazdığı şiirler bejna ile zeyno'nun gözlerinde işte... 




nasıl bir koca çınardı feridem... ne güzel kök saldı buralara. babasının kara kızı feride, gurbette ne güzel bir hayat ördü kendine.. güzelliklerle donattı yaşamını, geriye bizleri bıraktı bir de içimize sığmayan sevgisini... küçük bir çocukken gözlerine bakar hüzünlenirdim bazan ve o ölürse dayanamam der içten içe ağlardım... işte o çocukluk korkum başıma geldi bir haziran gecesinde... bitmişti bir anda sanki herşey, tüm yaşanılanlar, biriktirdiğimiz güzel anılar...

oysa aşk hiç biter mi... bitmez elbet. form değiştirir sadece. bizler onun form değiştirmiş hali değil miyiz bir biçimde... ışıklar içinde uyu güzelim feridem... 


2 Ağustos 2016 Salı

sevinç

sevinç sözcüğü eskiden pek bir sıradan gelir idi... şimdi ise daha doğrusu miladımız bejna ile birlikte bu sözcüğün tılsımına eriştim... gülücükleri, sevinç onların.



her sabah beş buçuk altı civarı uyanır zeyno ve saat dokuza dek vakit geçiririz onunla herkesler uyur iken.. yatağında uyanıklık ile uyku arasında debelenirken o kıpırtısına uyanırım ve kucağıma alıveririm.. acıkmıştır yahut susamış.. hemen karnını doyururum, o sırada gözler kapanır uyku moduna geçiyor sanırım. ama karnı doyar doymaz o muhteşem gözlerini diker ve bana bakar. işte o an sevinçtir.... sevinç devam eder; gözlerime bakıp gülmelere başlar, sohbetler eder benle... hatta "anne" der :) demez de çıkardığı ses tam da odur. o an içim içime sığmaz. biraz gülücük ardından sohbet derken sesinin tonu yükselir. işte bu "beni kucağına al anne" demektir. kucakta evi tavaf ederiz, gene sohbetler ederiz. pencere önü onu pek mutlu eder ve pozisyon değiştirmek ister. ben de yüzü dışa gelecek biçimde tutarım onu bu kez. o gözler etrafı inceler de inceler... ne sevimlidir, anlatmaya hiçbir sözcük kabil değil! o minicik ayakların hareketi yüzünün edası "bu an hiç bitmesin" dedirtir... derkeeeeen muhteşem bejna uyanır ve yumuk yumuk gözlerle ilk yaptığı şey zeyno'sunu sevmek olur. gelir hemen okşar yanağını, güzel sözleriyle kardeşini avutur. işte o an benim papucum dama atılmıştır. zeyno ablası ile aşık olunası muhabbete başlar. zeyno bejna'ya bejna zeyno'ya öyle güzel bakarlar ki ikisinin gözlerinin içi de güler. sevinçtir işte bu! hem ne büyük bir sevinç! anlatılmaz bir coşku... kapılıveririm o coşku seline ben de...

dışarda dünya yanmış, şehrin üstünden bombalar geçmiş, etraf toz duman olmuş unutuveririm. unutuveririm gündelik tasaları. bulutların üzerine çıkarım sanki. sanki bulutların yumuşacık karnında pespembe hayaller içinde dolanan çocuk oluveririm birden... aklıma bejna'nın bebekliği gelir... zeyno'nun beş beş buçuk gibi kalkıp yaşattığı bu sevinci bundan 6 yıl evvel bejna'nın her sabah al altı buçukta yaşattığı anlar gelir aklıma.. onunla evde dolaşmalarımız, sohbetlerimiz, gülücüklerimiz gelir aklıma... şaşıveririm o an bejna'nın abla olmuş hallerine... hepsi sevinç işte bunların..

zeynom bejna'nın bebekliğinin ikizi gibi resmen. o kadar çok benziyor ki ablasına dejavu gibi geliyor bana bazı anlar. zeyno doğduğunda bejna'dan 10 gram fazla idi sadece, boyları ebatları tıpkısının aynı. hala kilo alım hızları da aynı gidiyor, zeyno bejna'dan hala 10 gram önde :) bir de bejna'nın bebeklik kıyafetlerini giydirdik mi anılar bize hep taze  ;)

zeyno'nun bir diğer farkı ve şansı da bejna gibi ablası olması elbette.. zeyno ablasının peşinde gezmedik yer bırakmadı yahu! "zeyno'nun gezi rehberi" başlıklı yazımız bir sonraki günlerde yayıma girecek; daha oraya gelmedik! lakin kısaca ablasının okuluna yaptığı geziler var, ablasının resim sergisi, ablasının yıl sonu kutlamaları, ablasının arkadaşlarıyla buluşmalar, havuz sefaları, düğün-dernekler, yemekler, kahvaltılar var. bazan zeyno'yu çok mu yoruyorum acaba diye de düşünmeden edemiyorum. kuzucuk içinden "abi biz nereye tükkan açtık böyle yahu! kadın yerinde durmuyor habire bir aksiyon, alıyor kucağına koştur babam koştur, böyle hayat mı olur be! bi gün de kır dizini evinde otur" diyor mudur acep? ne dersiniz a dostlar! bu sevinç başka nasıl yaşanır... her sabah gözlerini dikip masum bakışlarıyla beni benden alan bu sevinç nasıl yaşanır!

6 Mayıs 2016 Cuma

baharın kızı zeyno

ey bahar kızı zeyno!!



bugün 24 günlüksün. bizim içinse 24 altından gün! ağustos ayıydı seni bekliyor olduğumuzu ilk farkediş! ama ne farkediş... kızım beni benden aldın, bir gebelik neyi gerektiriyorsa yaşattın! yani demem o ki ağrılar, sancılar, bitmeyen bulantılar, koku hassasiyeti ( o derece ki saçlarım burnumun üstüne düşse şampuan, elimdeki sabun, kötü kokular, güzel kokular, kaçışı olmayan herşey, istediğim tek şey kokusuzluktu), turşu-turşu-turşu, acı-acı-acı yemeler, ardından yaşanan mide felaketleri, üst düzeye reflü (pasta yiyemedim ay!), uyku isteği ama uyuyamama sendromu, alınan ve halihazırda verilmeyi bekleyen kilolar, üstelik hamileliğin büyük kısmında yemek yiyemememe rağmen :) (evet gerçekten nerdeyse bir ay leblebi ayran - çıbık kraker ayranla beslendim sadece, o da bulantıyı önlemesi için yoksa onlardan da nefret ettim, bi süre ayran içemedim, yoğurt yiyemedim o derece), iç yanmaları, buz gibi limonlu sodaları bir dikişte içmeler filan derken 9 ayı zor ettik. yaz kızı bejna'ya hamile iken bunların hiçbirini yaşamamış olan ben, koca karnı dışında gebe gibi yaşamayan ben, günde 4 buçuk km yürüyüş yapan, bara, tatile giden ben, yerinde duramayan, aşermeyen ben bahar kızında tüm ritülleri tamamlamış oldum. doğum sırasında döktüğüm gözyaşlarıyla da olayı taçlandırdım :) doğum sırasında öyle kötü oldum ki doktorlar beni uyarmak zorunda kaldı, başedemeyince de zeyno dünyaya gelir gelmez oksijen verip sakinleştirici yaptılar bana.

neyse ne, bunları şikayet için yazmadım elbet, tarihe bir not da biz düşelim dedik sadece :) o 38 hafta 3 günlük süreç de güzeldi... ülkede yaşanan savaş hali, kaos, neredeyse haftada bir patlayan bombalar ve umutsuzluk karşısında bizim için ne güzel bir umuttu içimde hissettiğim minik varlığın. bejna'ya gelince yaşından beklenmeyecek bir olguluk ve elbette büyük bir sevinçle bekledi seni. senin de benden beslendiğini bildiği için dondurmalar yedirtti bana. hele bayram tatilinde kaldığımız otelde tanıştığı arkadaşı ona kuruyemiş ikram etmiş, bejna da arkadaşına bana vermesini söylemiş. bir de baktım ki minik bir kız çocuğu avucunda kuruyemiş yanıma geldi, siz bunları severmişsiniz diye masama bırakıp gitti :)

yaz kızı bejna! inanılmazsın, kocaman yüreğin var yavrum senin... ve zeyno, çok şanslısın böyle güzel bir ablan olduğu için... ben acı birşeyler yerken de bana müdahale eden yine bejna idi, yediğim acı şeylerin minik kardeşinin dilini yakmasından korktuğu için. daha neler neler.... yani bejna ile bu hamilelik daha güzel geçti kuşkusuz.

işte acısıyla tatlısıyla 38 hafta 3 günü tamamladık ve zeyno'yu kapıp geldik evimize... şimdi de lohusalık sendromu ile uğraşıyoruz işte... zeyno'nun ay yüzüne bakıp bakıp ağlamalar filan... ne oluyorsa yani ;) peki ne oluyor bu süreçte, biraz da bu konuyu ele alalım derim. şunlar oluyor:

zeyno'nun altı değiştiriliyor, o minik ayaklar seviliyor filan, kıyafeti kirliyse müthiş kreasyonlarımızdan patikli tulum gibi değişik giyisiler giydirilip, eline eldiven kafaya takke takılıp bir miktar bebeğe gülünüyor, durum müsaitse bi foto alınmaya çalışılıyor. ardından direk emzirme seansına geçiliyor. bu durum ilk başlarda epey sıkıntı idi, neredeyse yarım saat hatta daha fazla bir zaman emzirmeye başlangıç evresiydi. zeyno bir türlü emmek istemiyor, akan süt damlaları ile beslenmeyi uygun görüyordu. elbette bu süreçte bir dolu süt ziyan oldu, aktı aktı aktı... derken süt azalmaya başladı. ben bir panik malt içeceklere sardım. derken zeyno emmeyi keşfetti ve keşif o keşif. yarabbim günün yarısı emiyor. emzik asla ve kat'a kabul etmiyor, beni emzik zannediyor :) diyorum kızım hayat böyle geçmez, az sohbet edelim, dolaşalım, oynayalım... hayır o yeni keşfinden hayli memnun! gün içinde emerken yorulup uyuyakalıyor, hemen güzelim beşiğe konuluyor, bir iki dakika en iyi ihtimalle beş dakika sonra uyanıp tekrar emmek istiyor. bu durum gece 11'e kadar sürüyor. o esnada anne varlık nedenini sorgulamaya başlıyor filan... sonra zeyno uyuyor, 3 saatten fazla uyuyunca anne de bir merak bir merak neden uyudu ki emmeyecek mi ki, ya karnı açsa ki gibi sualler ardı ardına geliyor. fakat gün boyu emdiği düşünülen zeyno'nun aç olamayacağı düşüncesi insanı rahatlatıyor.

peki farklı ne yapmış olabiliriz. d fitamini veriyorum, yalana yalana içiyor. tırnakları kesip törpüledim ki sürekli çıkan eldivenlerden (hatta başedemeyip çorap geçiriyorduk tıpkı bejna'ya yaptığımız gibi) kurtulalım... 13 üncü günde göbek düştü, 15 inci günde yıkadık (havalar soğuk zira). kızımın koyu kestane rengi upuzun saçlarını tarıyoruz her gün... 5 inci gününde topuk kanı alınması için gittiğimiz aile ağlık merkezi dışında hala dışarı çıkaramadım. evde zaten önce annem ardından faruk ve bejna hasta olunca bir de dışarı çıkarıp hasta etmek istemedim zeynoşu. ama yine de bir hava aldırmak iyi gelebilirdi... belki bugün yarın bi cesaret beş dakika da olsa bir yürüyüş yaptırmalıyım... bakalım.

yaz güneşi bejna'ya gelince... ilk 23 nisan gösterisini yaptı bu sene. penguen dansı ve defile yaptılar. anneanne ile kağıtlardan çok güzel bir elbise tasarlayıp diktiler ve o elbiseyi giydi bejna. fakat sahneye çıkmazdan az evvel elbise yırtılmış ve merve öğretmeninin gayretleriyle elbiseyi tamir etmişler.. sahneden öyle havalı yürüdü ki tatloş... penguen dansı için ise evde çalıştı, baba ritim önemli ama ben ritmi kaçırıyorum diye tabletinden dansın müziğini buldu ve ritme göre dans etmeye çalıştı :) sonuç elbette mükemmeldi. demek ki neymiş çalışmak herşeyin başıymış... çalışma odası  bejna'nın atölyesine dönüşmüş durumda... sürekli kesip yapıştırıp birşeyler yapıyor, fakat oda oda olmaktan çıktı... tasarımcı olmak istiyor ya, sürekli seri üretim halindeyiz... bir de zeyno'ya emme dersleri verip onu izliyor... bazen zeyno gibi küçük olmak istiyor, geçmişini yad edip duruyor :)))

saat 5.45 te kalkmış ve biraz emmiş olan zeyno şu an garip sesler çıkararak uyumaya devam ediyor. saatimiz de 7.21.. azcık dinleneyim ben, gün çok uzun olacak zira. herkese sevgiler, selamlar efenim:)
(yok yok tek içtiğim şey su, süt ve malt içecek yalan olmasın bazan kahve ile şımartmaya çalışıyorum kendimi soğutmadan içmeyi başarırsam o da ;) )


25 Nisan 2016 Pazartesi

Hoşgeldin Zeyno




Hoşgeldin Zeyno :)


Heyecandan nasıl başlayacağımı bilemedim... Oysa kafamda bir sürü şey kurgulamıştım ve bu anı bekliyordum... Hep öyledir ya birşey için uğraşır, özenirsiniz ama o şey bir şekilde kendi akıntısına kapılır, yine öyle oldu sanırım. Olsun ne yapalım, Zeyno artık aramızda ya, ınga sesleri ile hayatımıza yeni bir heyecan katıyor ya herşeye değer, herşeye bedel...




13 Nisan sabahı çok heyecanlı ve endişeliydim... Sabah bazı aksaklıklar çıkmasa belki heyecanım katlayacak iyice içinden çıkamayacaktım. Aksaklıklarla uğraşırken bir anda ameliyathanede buluverdim kendimi... Fakat gelin görün ki yine heyecanım ve bilinmez korkularım baskın geldi; sebepsiz ağlamaya başladım. Öyle ki doktorum beni uyarmak, Zeyno gözlerini dünyaya açtığında anestezi doktoru bana oksijen ve sakinleştirici vermek zorunda kaldı :)

Velhasıl velkelam Zeyno 13 Nisan Çarşamba günü saat 10.05'te aramıza katıldı. Zaten Temmuz sonundan beri hayatımızda idi ama artık bu varlığı gerçek anlamda cisimleşti. Artık iki çocuklu bir hayat başladı bizim için... Sıra ile doyurmaya, uyutmaya, oynamaya başladık... Bejna'nın bebeklik hatıraları yeniden canlandı hafızalarımızda. Gerçekten bir yeni bebek hayat için büyük umut ve neşe... Ağlamaları bile komik geliyor, insana bir çimdik atıyor hayata dair...

Blogda Zeyno'yu tanıştırmak istedim ve acaba ayrı bir blog mu açsam ona da dedim ama bu fikir kafamda pek tutmadı. Blogun adını değiştirip devam kararı en sağlıklısı.. Çünkü artık iki kardeş onlar, hayat yoldaşları birbirlerinin....

Üstelik Zeyno doğduğu gün Bejna, Zeyno'ya yolladığı video kardeşliğin ne demek olduğu öyle güzel anlatmış ki... Zaten akmaya meyilli gözyaşlarımı tutamadım izlerken... Diyor ki kardeşine: "Sen bilemezsin şimdi ama sen kaybolduğun zaman ben seni bulurum, sana yardım ederim. Sen emeklerken belki yolunu bulamaz kaybolursun, ben yine seni bulurum..." Herhalde kardeşlik bundan daha güzel ifade edilemezdi... Hiçbir edebiyatçı bu denli doğrudan, saf ve gerçek bir ifadeyi bu kadar kolay bulamazdı.... Gurur duydum kızımla... Eve geldiğimizde ise heyecandan konuşamadı, onu o kadar büyük sevgi ve şefkatle karşıladı ki bir çok kaygımızı yerle bir etti koca yüreği ile Bejna!

Tekrar hoşgeldin minik Zeyno! Bir yerde duymuştum şu sözü "hayat sana anneciğinin gözüyle baksın" diye.. Sevgili kızlarımız Bejna ile Zeyno; hayat size anneciğinizin ve babacığınızın gözleriyle baksın!


19 Şubat 2016 Cuma

minik yeni misafirimiz

ismini burada söylemeyeceğim, kendisini de uzunca bir süredir buradan ilan etmediğim gibi... aramıza katıldığında ismi ile kendisini tanıtırım.. az kaldı sayılır, 2 aydan az bir zamanımız kaldı.



heyecanımız büyük... canımın parçası içimde, minik tekmeleriyle iletişim kuralı beri heyecan katlanıyor.. rüyalarıma giriyor bazan... bazan, çünkü çoğu kez uyuyamıyorum, sağlıksız uyuyorum filan.. bejna'nın hamileliğinden epey zor geçti bu dönem. bejna'da hamilelik belirtilerinin neredeyse hiçbirini yaşamamış, son ana kadar zıp zıp gezip çalışan ben bu arkadaşta yaşlanmış hissettim kendimi. e yalan da değil. cahit sıtkı'nın yolun yarısı dediği yaştayız artık. o kadar da olsun... fekat tıbben de riskli bir yaşmış yolun orta yeri... o yüzden bir sürü tetkik vs ye maruz kaldık... hadi bunları geçtim sağlık için neticede... lakin, ilk üç ay mahvoldum... o kokular o kokular.... parfüm sıkamadım bu da önemli değil de elimi yıkadığım sabun, saçımı yıkadığım şampuan bile beni yıktı geçti. yemek kokularına hiç gelmeyelim, yemeklere hiç.... neredeyse uzun bir zaman leblebi ayran, leblebi çıbık krakerlen beslendim. doktor ben açım aç dedim, dedi sorun yok bebek besleniyor, dedim doktor peki ben ne olacağım, cevap yok tabi... eh annelik!!!




ama bu zor dönemde bejnoş öyle anlayışlıydı ki... yavrum benim yediğime içtiğime dikkat etti, anne tatlı ye, anne zararlı şey yeme, anne acı yeme diye :) hatta bayram tatili için gittiğimiz otelde tanıştığı arkadaşının ona ikram ettiği kuruyemişleri direk bana yolladı yan masadan hesaaaabı :))

derken iyisiyle kötüsüyle bu maceranın bir kısmını atlattık kaldı bir kısmı... uzun bir bekleyiş kabul edelim. zira heyecan hep dorukta bir merak duygusu sarmalarken bünyeyi zaman geçmek bilmiyor. kendi kendime sürekli, iyice uyu dinlen bak doğunca zor bulacaksın bu vakitleri diyerek telkinlerde bulunsam da uykularım çok bozuk. gecenin orta yerinde mesela gecenin tam üçünde bir uyanıyorum sabaha kadar koyun sayıyorum neredeyse... ondan sonra zombi gibi mor gözlerle kalkıyorum.. akşam yemekten sonra koltukta mayışıp tam uyku saatinde uykum kaçıyor.. velhasıl şimdiden başladı uyku bozukluğu..bakalım ne olacak minik yavrumuz gelince...

bejna bir kardeşi olsun çok istediği için o da bizim kadar belki daha fazla heyecanla bekliyor onu.. gelip yüzünü dayayıp karnıma sohbetler ediyor onunla. bakalım doğunca ne olacak. en büyük kaygılarımdan birisi de bu aslında.. insanın 2 evladı olup ikisine herşeyi eşit yapmak istemesi, yapamama kaygısı.. uykumu kaçıran şeylerden birsi de bu.. mesela bejna'ya hamile iken çok disiplinli bir şekilde sağlıklı beslendim, ancak bu yavru da fizyolojik sorunlardan ötürü bejna kadar disiplinli olamadım. örneğin bir dönem su dahi içemiyordum falan filan... o yüzden bence her hamilelik süreci ilkmiş gibi.... yani tecrübe bilgi filan bir yere kadar oluyor. aslında bir yönüyle aynı heyecanı yaşamak açısından güzel bir durum.

bejna'nın gündemi ise uzunca bir süredir resim ve tasarım tutkusuna odaklı. oyun hamurları ile ilgili bir sürü video izleyip kendi tasarımlarını yapıyor. barbilerine kıyafetlerden tutun da çeşit çeşit pasta kurabiyeye kadar... yine çok güzel resim çalışmaları var, dur durak demeden resim çiziyor, kesiyor, biçiyor habire birşeyler yapıyor. artık evde kağıt kırpığı toplamaktan oyun hamuru parçaları süpürmekten boyanan yerleri temizlemekten bir hal olmuş durumdayız...

şimdilik havadisler bu kadar, yeni havadislerde görüşmek üzere
sevgiyle kalın....