Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17 Aralık 2015 Perşembe

oyuncak bebek hikayesi



bu sabahın bıçak gibi keskin ayazında bir oyuncak bebeğin ya da geçin bebeği bir küçük çocuk oyuncağının aslında ne kadar dokunaklı olduğunu düşündüm... evet dokunaklı gelir bana hep bir bez bebek ya da bir oyuncak ... küçük çocuk ruhlarının minik arkadaşı olan oyuncaklar... en tatlı masum uykularındayken yavrularımızın sarıldığı ayıcıklar vs... evet belki duygu yüklüyüm, ondandır bu kelamım. varsın öyle olsun, varsın öyle olalım. dünyanın bir yerinde bir çocuğun saçının teline zarar gelse gözyaşlarımızı akıtıp buna dur deme cesaretini gösterelim.

ama ah hayat! kendi küçücük adacıklarımızda yalnızlığımıza bulduğumuz kılıflarla, yalandan oyuncaklarla kafamızı kuma gömüyoruz. bir yerlerde masum insanlar, hatta bebekler gözlerini hayata hem de en acımasız bir şekilde yumarken bizler küçük adacıklarımızda evcilik oynuyoruz. her anne gibi tek dileğim anlamsız savaşın, savaşların son bulması ve çocukların gülebilmesi... çocukların ölümle, açlıkla, soğukla, kötülükle mücadeleye zorlanmadan gül bahçelerinde oyun oynayabilmesi, kolu kanadı kırılan tek şeyin oyuncakları olması...

nereden mi geldim buraya... aslında hep burdaydım da belki bir tetikleyici lazımdı. oda kaçınılmaz biçimde kafka oldu! hem de bir auster romanında. romanda oyuncak bebek hikayesini anlattı roman kahramanı. öyle dokundu içime.. kafka'nın son günlerinde bir parkta oyuncağını kaybettiği için üzgün bir çocuğa rastladığı ve günlerce o küçük kıza kaybolan oyuncak bebeğinin yerini dolduracak bir hikaye için uğraştığı anlatılıyordu. o küçük kıza oyuncak bebeğinden mektuplar yazarmış kafka! o küçük yüreği dinginliğine kavuşturmak ve kaybettiği bebeğiyle mektuplarda buluşturmak için içten bir çaba... ve elbetteki kafka... ve tabi ki teşekkürler kafka'nın sonsuz ruhuna, insana dokunmayı bilen ruhuna... ve çocuklara her gün yeni bir gün armağan edebilmenin mutluluğuna erişebilme erdeminin yayılması dilek ve özlemiyle....

ve son olarak da bejna'nın karsız ankara'ya hediye eylediği kardanbebeği yapan minicik ellerine teşekkürler...

26 Kasım 2015 Perşembe

her şey olur...

her şey olur
her şey büyür
her şey geçer
hayat kalır...



aslında bu şarkının sözlerini mırıldanmama sebeb ankara'nın yağmurlu puslu havası değildi elbet...
içimden bejna ile konuşurken ona her şey olur kızım deyiverdim, ardından şarkı sözleri... hayat geçiyor, her şey oluyor. okula başlamasıyla birlikte hayata da dalmış oldu bir taraftan. benimsedikleri oluyor tabi yadırgadıkları da! ben de o zaman diyorum işte "her şey olur..." devamında da "hayat kalır" o yüzden istiyorum ki her şeyi dibine kadar yaşasın, hayattan alacağını alsın, hiçbir ukte kalmasın içinde. bu yüzden belki deniyoruz birşeyleri.. mesela baleye gidiyorduk geçen yıl, ama bu yıl isteksiz olduğunu görünce zorlamadım. istiyorsa yapsındı... geçen yıl "ben istemiyorum" diye anne zoruyla gelip ağlayan çocukları görünce içim acırdı... uzunca bir süredir ata binmek istiyordu, geçtiğimiz hafta sonu da ata bindik böylece.




ben de çok istemişimdir ve ne yazık ki hiç binmedim. oysa kafdağının ötesinden gelen soyum için vazgeçilmezdir atlar. çerkesler için atların önemini bilmeyen yoktur sanıyorum. öyle ki sovyetler döneminde çerkes atları için bir enstitü bile kurulmuş. anneannem gri tayını anlatır duru hala. tayının üzerinde rüzgar kız gibi uçuverdiğini... at yarışlarına katılıp hep birinci geldiğini... bilmem acaba bejna için bu at merakı ileride de devam eder mi? ben isterim açıkçası.. bakıcaz artık hayat ne gösterecek bizlere....



bir diğer merakı da tasarım... konuşmayı ilk öğrendiğinden itibaren ne olacaksın sorularının cevabı "golye dadarımcıdı - kolye tasarımcısı" idi... ilerleyen zamanlarda işi ilerletti tasarımcı olmaya karar verdi. ve hep elinde bir makas eline geçen şeyi kesip yapıştırıp duruyor.. paralar döktüğümüz güzelim oyuncaklar sepetlerde kendi aralarında takılırken bejna makas + kağıt, peçete, boya, saç, tel, bant, yapıştırıcı, incik, boncuk ile saatler geçirebiliyor. aşağıdaki tasarım bunlardan bir örnek... adamı özellikle oturur pozisyonda yaptı!



ehi eli bu kadar maharetli kızımdan bir tepsi kurabiye de yemek istersiniz sanırım... geçen gün okulda kurabiye varmış ikindi kahvaltısında ama bejna yiyememiş pek üzgündü, canı çok çekmiş belli ki... aman yahu ne olacak yaparız dedim, gül yüzünde güller açtı... hamuru yoğurup verdim eline gerisini o halletti.. vallahi billahi harikalar yarattı. bir kere çok titiz çalıştı. kalıpların haricinde bıçak ve tırtıklı spatula ile de süsledi püsledi. bir hafta yemelere doyamadık o bal parmaklar elinden çıkma kurabiyeleri...



çoğu zaman ona alan açmaya çalışıyoruz faruk ile birlikte... lakinnn bazan ev ev olmaktan çıkıyor... her yerde kırpılmış kağıtlar, boyalar, kalemler... zaten arkadaş bebek hallerinden beri her yeri boyamayı pek seviyor.. yerler, camlar, kapılar.. neyse ki silince çıkıyor... okulda boyalara batıp gelmeyi de pek seviyor. bu aralar yeşil boya ile ne yapıyorlarsa artık kıyafetler yeşile boyalı geliyor. merak ediyorum herkes mi böyle boyalara batıp çıkıyor dedim en sonunda, bejna ise yok anneciğim hoşuma gittiği için ben boyaların üzerinde yuvarlandım demesin mi :) çok mu özgür yetiştirdik nedir? güzelim kıyafetler heder olmayaydı iyiydi... bak gene özledim kuzuyu... işyerinde bana yaptığı hediye resimlere bakıp gülümsüyorum sıcacık....


19 Kasım 2015 Perşembe

"oyuna devam"

oyuna devam / biz hiç yorulmadık / biz hiç yenilmedik / desem yalan
oyuna devam / oyuna devam
biz hiç kaybolmadık / biz hiç kaybetmedik / desem yalan 
oyuna devam 
rakipler kaçak güreştiler / hepsinin yumrukları vardı / dünyayı değiştirmek için 
verdiğimiz kırıntılardı 
oyuna devam 
biz hiç aldanmadık / biz hiç aldatmadık / desem yalan 
oyuna devam / oyuna devam 
biz hiç kaybolmadık / biz hiç kaybetmedik / desem yalan 
oyuna devam 
küçüktüm ufacıktım / şimdi büyüdüm çocuğum var 
ben hep sorular sorardım / karşımda aynı sorular 
oyuna devam 
biz hiç kaybolmadık / biz hiç kaybetmedik / desem yalan 
oyuna devam!





işlerimin arasında, bir anda blogu açıp yazma enerjisi ortaçgil şarkısından geldi.. şarkıyı mırıldanır ve sözlerini buraya yazar iken de ilham geldi... şarkının bir anda dilime dolanmasında vardır bir hayır! aslında birden bire aylardır yazı ve dolayısıyla anı girilmeyen bloga bir kelam girmiş olması dahi başlı başına güzel bir olay! 

evet oyuna devam! üstelik bejna ile katlanarak artan bir heyecanla oyuna devam!  bir önceki yazıdan itibaren yine heybemize bir dolu hayat koyduk! kreşe veda edip uzun, maceralı ve güzel bir tatile çıktık... 


uzun aradan sonra önceden yer ayırtmaksızın arabanın tekerleğini gökçeada'ya sürdük ilkin. neyse ki güzel bir yer bulduk kendimize kalacak... ve güzel yerler keşfedip adanın adanın bakir doğasının tadına vardık... en çok heyecan uyandıran yanı ise adanın ıssızlığı ve anakaraya olan uzaklığı idi kuşkusuz. bejna ise kumsalın ve plajın tadını doyasıya çıkardı. ancak ada gezileri diğer yapılan gezilerde de olduğu gibi bejna hanıma sıkıcı geldiğinden tüm fotoğraflarda şapkası ile yüzünü gizleyerek bizi sessizce portesto etti sivil itaatsiz küçük hanım!





ve tabi ki bu ada macerası bu kadarla bitmeyecekti... gökçeadadan anakaraya nihayet ulaştığımızda yine bir macera yaşayalım dedik ve araba bizi nereye götürürse oraya felsefesine uyduk.. uyduk ki neler görelim! önce küçükkuyuya uğradık bizde anısı olan bir yere, orada yer bulamayınca direksiyonu yine anılara doğru kırdık; cunda'ya... cunda'ya giriş yaptık etrafta otellere göz gezdirir iken ışıl ışıl bir otel görüp hemen orada bulunan otel görevlisinden yer olduğu bilgisini alınca arabayı durdurduk... nereden bilecektik ki arabamızın oracıkta durup tatilin devamında bize eşlik etmeyeceğini... fakat gerçekten şanısımız varmış ki, araba bir dağın başında değil de gerçekten çok güzel ve nezih bir otel önünde duruvermiş... otel:Cunda Fora! aslında otelin merkeze yakınlığının yanı sıra güzel odaları, bahçesi ve muhteşem kahvaltısı olmasa, tek bir kuru yataktan ibaret olsa da bizim gözümüzde dünyanın en muhteşem otelidir ve anılarımızda da hep öyle kalacaktır. gece oraya adımımızı attığımızdan itibaren güler yüzlerini, misafirperverliklerini ve yardımseverliklerini bizden esirgemedikleri için... sahipleri ve çalışanları hepsi aynı sıcak ilgiyle karşıladı ve uğurladılar... kaçan keyfimiz onların dostluğu sayesinde yerine geldi... 

tam da evlilik yıldönümümüze denk gelen bu kötü sürpriz ne olursa olsun tadımızı kaçıramadı. 6 yıl aradan sonra yine cundanın ara sokaklarındaydık.... lakin bu altı yılda çok kalabalıklaşan şirin ada bizi biraz yordu diye de ekleyelim... cunda macerasının ardından yeni geçici arabamızla datça yarımadasının sakinliğine vurduk biz de... arabamız izmir'de dinlenirken biz de ard arda gelen şokları datça'nın denizinde üzerimizden attık diyelim! neyse ki datça'da da zephyros bize dingin bir tatil yaşattı her yönüyle... devamında ise  arabamızın uzayan tatiline biz de ayak uydurup tatil finalini karaburun'da yaptık. 




tabi ki her tatilin bir de dönüşü var.... evimize gelip işlere güçlere dalış yaptık aniden.... yukarda da görüldüğü üzere maaile işlere sarıldık; her türlü! bejna bir süre bizlerle işyerlerine gelip gittikten sonra okuluna kavuştu ve böylece yeni bir döneme de girmiş olduk; her türlü! 




şu anda da bu yeni döneme alışmaya çalışıyoruz.. aslında bejna çoktan alıştı da biz ayak uydurma aşamasındayız... artık erken kalktığı için mecburiyetten erken yatıyor bejna. hiç beklemediğimiz hareketler bunlar... ben kocaman bir hikaye kitabını okuyup ardından hikayenin özetini çıkarıp bir de birlikte hayal kurduktan sonra ancak uyuyan bejna, ilk kez daha hikaye bitmeden dalıveriyor derinlere... demek ki herşeyin bir zamanı var imiş, demek ki elbet bir gün bejna da erkenden uyuyuverir imiş... bu da yazının mutlu sonu olsun...  

yazının mutlu başlangıcı ise şarkının sözlerinde saklı! oyuna devam, herşeye rağmen yine ve yeniden....


küçüktüm ufacıktım / şimdi büyüdüm çocuğum var 
ben hep sorular sorardım / karşımda aynı sorular 
oyuna devam 
biz hiç kaybolmadık / biz hiç kaybetmedik / desem yalan 
oyuna devam!

25 Haziran 2015 Perşembe

yeni birşeyler söylemek lazım...

evet yeni birşeyler söylemek lazım... hayatı renklendirmek, gün ışığına bakınca gülümsemeyi hatırlamak, bulutlu bir gökyüzünün altında -ki bu bahar ve yaz bu bulutlar hiç eksilmedi altında yaşadığımız gökten- düşen her bir damlada kendimizi yeniden bulmak lazım... önümde duran takvime  ya da en son  bu bloga ne yazmışım hacı diye geçen zamana bakıp hayıflanmaktan öte gözleri dört açıp görmek lazım... yoksaaaa benim gibi yolun yarısına gelip yaşı 35 edersiniz, ne ara oldu bunlar deyiverirsiniz...




sanki özeleştiri gibi oldu... olsun, bakmayın kelimelere, aldanmayın... çocukla birlikte bir yaşam denizinin içindeyseniz, onun büyüdüğünü görür gözleriniz ama kendi yaşınızı ancak takvimlerden hesap edersiniz. elbette yaşamınız değişir, gelişir haliniz tavrınız, göz kenarlarına düşen kırışıklıklar, saçlara düşen aklar, belki giyim-kuşamınız, toplumsal statünüz değişir ama kendi ilerleyen yaşlarınızdan önce çocuğunuzun büyüyüşü çeker dikkatinizi...




bu blog da bejnanın büyüyüş evrelerini hatırlamak, anıları canlı tutmak için başlamıştı yola... yazı yazmayı evvelden beri severim... sonraları dönüp okumadığım günlüklerim de olmuştur... yeni bir ajandaya yazılan anılar... yazı yazmayı bilmezden önce de sürekli elimde kalemler, boyalar, rujlarla resimler yaptığımı, bir dergi ya da gazetede gördüğüm harfleri taklit ederek yazı yazmaya çalıştığımı hatırlıyorum... henüz altı yaşında iken çizgi film hazırladığımı ve illaki yayınlanması için trt ye gönderme hayallerim olduğunu hatırlıyorum. işte bejna için yazma fikri de onun kişisel tarihini yazmak, bir bellek oluşturmak için geldi. önceleri bir deftere yazmaya başlamıştım ancak pek az uyuyan bir bebek olduğu için deftere tuttuğum kayıtlar hep bölündü ve ben de işyerinde iken bir öğleden sonra bu blogu açtım ve yazmaya başladım. ilk zamanlar çokça yazarken ya da yazabiliyor iken şimdi seyrekleşmiş olmasına üzülüyorum. çünkü bejnanın her anı buraya yazılacak renklilikte...





bu uzuuuun arada neler mi oldu... anneannemiz bizi ziyaret etti, en son burada kalmış idik.. o dolmayı pek beğendi.. mersinde yaşayamadığı kar sevincini burada yaşadı... sonra, sonra bejna bu baharı pek zor atlattı. alerji tatlı kızıma göz açtırmadı resmen... tabii ki bize de... iş yoğunluğu ile birleşince vaziyet pek kötü oldu.. derken bejnanın okul telaşesine düştük. uzun zamandır kafamızı kurcalayan bu meseleye de şimdilik bir nokta koymuş olduk ve kısmen rahatladık... evet artık kreş günleri bitiyor, kızım eylülde anaokuluna başlamış olacak bir aksilik olmaz ise...



kreşin son günleri dedik ya... bu son günlerde sınıf olarak bizlere harika bir yıl sonu gösterisi sundu bızdıklar... bir sirk gösterisi şeklinde organize ettikleri temsilde bizim yavrumuz skutır kullanan fil rolündeydi... onu öyle izlemek inanılmaz keyifliydi, çok heyecanlandım, ondan daha çok heyecanladım. sanki o skutırı ben kullanıyor idim a dostlar o derece garip bir duygu içindeydim her nedense..fil kostümü içindeki bejna rolünün hakkını da verdi laf aramızda... aşağıdaki de bejnanın el emeği seramik objeler...



kitap meselesine gelince zaten uzun zamandır masaldan öyküye geçiş yapmıştık behrengi ile. ardından küçük prens, muzaffer izgü derken hatta benim okuduğum margosyan öykülerini bile sesli okutup dinlerken şiir okumaya da başladık. şermin :) ben tevfik fikretin şermin'ini okumamıştım bir tek "rengin" şiirni biliyordum. bejna sayesinde ben de şermin'i okumuş oldum. daha da güzeli bejnanın oldukça keyif alması oldu.



bale mi, evet evet devam ettik büyük bir sabırla.. arada sıkılsa da, yorulsa da disiplinli davrandı ve derslerinden asla taviz vermedi... neticesi de pek güzel oldu. geçtiğimiz pazar odtü'de "bir rüya gördüm" adlı bale gösterisini icra eylediler :) bejna minikler grubunda sahne aldı. bizim için de güzel bir tecrübe oldu. gösteri öncesi yapılan provayla birlikte 2 gün boyunca epey sahne tozu yuttu minikler. fakat bejna prova sırasında ve temsil esnasında beklemekten, uzun süre ayakta kalmaktan olsa gerek "bu beklediğim gibi diildi" deyip durdu. oysa günlerdir uyku yüzü görmemiştik gösteri heyecanından... herşeye rağmen tatlı bir telaş içindeydi minik kalbi. saçı, topuzu, makyajı yapılırken ne heyecanlı idi.. hele hele aylar öncesinden dikimine başlanılan gösteri elbisesine kavuşma hayali... biz de onunla birlikte çocukluk heyecanlarımıza geri dönebilme şansı yakalamış olduk güzel bir gösteriyi izlemenin yanı sıra...




yeni şeyler söyleyebildik mi bilemiyorum. en azından yeni havadisler verdik. bu blogun esas sahibi bejna hanım artık okul ile ilgili bir adım attı, bu blogu yönetmesi yakındır mesela... ah bale maceramızın ilk perdesini de neticelendirmişiz. onun dışında yolun yarısını devirmiş hep beraber büyümeye çalışıyoruz daha ne olsun... başka yeni sözlerde buluşmak üzere, şimdilik hoşçakalın...

12 Şubat 2015 Perşembe

... bir yanımız bahar bahçe ...

beyaz istilacının gönüllü diyemesek de mutlu esiri olduk bugün yine... evvelsi geceden başlamıştı kar, dün pamuk şekerler gibi düşerken yüzümüze, bu sabah tipiyle uyandık... sokaklar sadece köpeklerindi... fırtına, kar... güzel kentimiz ankara'da! yolda kalmalar, eve gidememeler yaşanageldiğinden, okullar da hazır tatil edildiğinden evde olmak en iyisiydi... hem bejna ile pencereden karı izler, belki penceremize bir kardan bebek kondururduk... ki kondurduk :) 





her düş gerçekleşmese de gerçekleşebilenlerle, penceremize kondurduğumuz kardan bebek ile eğlenmek de güzel... bejna görünce çok mutlu oldu, isim annesi de o oldu: "kardanbebek" oysa ağzına burun bandından kondurduğum gaga ile minik bir ördeği daha çok andırıyordu
J

e madem evdeydik, bejna ile güzel bir kahvaltı yapalım dedik, muhteşem olmasa da bizi mutlu eden kahvaltımızın ardından e madem evdeyim, e madem akşama annem gelecek ona dolma yapayım diye işe giriştim... dolmayı yaparken sabahtan beri kar için kullandığım beyaz istilacı sözcüğü bu kez başka bir şekilde dikildi karşıma. alt tarafı bir dolma aslında... ama ne çok şey anlatıveriyor bilseniz... 'Yunanca'da "dolmadaki" (ντολμαδάκι), Gürcüce'de "t'olma" (ტოლმა), Ermenice'de "tolma" (տոլմա), Farsça'da "dolme" (دلمه), Arapça'da "dolme" (دولمة)...Yaprak dolması ise  Bulgarca'da "sarmi" (Сарми), Makedonca'da "sarma" (Сарма), Macarca'da "sârma" (szárma) ve Rumence'de "sarma"... hapsetmesek dolmayı  hegemonyaya, özgür bıraksak, lezzeti daha bir güzel olacak sanki... bir istilacı gibi "bu benim" demesek de afiyetle yesek belki sofralar o vakit halil ibrahim bereketinin ne olduğunu öğrenecek... 

neyse lafı çok uzattım farkındayım... üstelik bejnanın güncesinde dolmanın işi ne! ne yapalım klavyeyi de özgür bırakmak gerek diyip çok takılmayalım ayrıntılara... üstelik mantıdan sonra bejnanın en sevdiği yemek dolma! kızım canın ne istiyor dediğimde "biliyoyum zor olacak ama dolma canım istiyor" der çoğu kez... ya mantı ya dolma ister benden. bir de mercimek çorbası ile mercimekli erişte :) küçükken "eriş" derdi bu yemeğe :) 

artık büyüyor iyice, onun da anıları, küçükkenleri artıyor... hayalleri, düşleri çoğalıyor... alışkanlıkları değişiyor, ilgi alanları, istekleri, öfkeleri... klavyeyi özgür bırakmak dedim ya, ya da dolmayı hegemonyadan kurtarmak :) keşke hayatın gerçek denklemleri de böyle olsa... keşke hem ruhlarımızı hem de ruhlarımızı üflediğimiz yavrularımızı özgür bırakabilsek... hayatın kuralları ile hem kendimiz hem de onları boğmasak. bunda ne var ki, diyebilirsiniz. belki haklısınız da... belki bu tamamen benim yeteneksizliğim. ama dünya giderek küçülürken, herşey aynılaşırken bir taraftdan da çok sert denklemler gelişirken dünyanın kurallarına toslamıyor muyuz? örneğin, işyerlerimizde çoğu kez kıyafetlerimize bile sağlayamadığımız özgürlüğü, ya da metroda bejna ile fülüt çalıp şarkı söyleme isteğimizi nasıl bastırdığımızı, sormak isterim... hal böyle iken ben nasıl mutlu ve özgür bir bejna yetiştireceğim? 

sorular sorular sorular... bunlar hala benim sorularım. yani bejna'nın 30 yıl önce üretilen eski model bir ürünün soruları... kim bilir 2010 model bejna'nın sorular nasıl olacak?

bir kaç gündür bölümler halinde küçük prensi okuyoruz... işte sen bejna, boğa yılanının fili yuttuğu resmi bizler gibi şapka olarak değil, bizzat boğa yılanının yuttuğu fil olarak gören berrak zihinsin, insanları sonsuz mutlulukla kucaklayacak geniş yüreksin... yaşının hakkını ver ve zihnin dört bucuk yaşının özgürlüğü ile kalsın... hep bu yaşının sana lütfu olan sınırsızlıkla düşünmeye, kurgulamaya devam etsin zihnin... gözlerini kapa ve hayal kurmaya devam et hep şimdiki gibi... ve hayallerini yansıt tıpkı şu yaptığın tasarım gibi…






bir dostun da hatırlattığı gibi sen bizim bahar bahçe yanımızsın... dudağımızdaki gülücük, gözbebeğimizdeki parıltı, yüreğimizdeki heyecan, elimizdeki sıcaklık, zihnimizdeki umut, babanın sazının en güzel ezgisi, aynamıza yansıyan güzelliksin... yine o dostun dediği gibi ancak sen varken katlanılır oluyor dünyanın yangını, büyük ızdırabı... sen varken çocuk oluyor yüreğimiz, sen varken ısınıyor içimiz... sen bizim en güzel mucizemizsin..


27 Ocak 2015 Salı

muhtemelen...

epeydir yazamıyorum... içimden çok geçse de işte şunu da günlüğe yazayım bunu da yazayım diye içimden geçirsem de iş yoğunluğu ve ev hayatının yoğunluğu buna izin vermedi çoğu kez...

oysa ne çok paylaştık onunla... artık dört buçuk yaşında... sanki bizim arkadaşımız... konuşması, halleri, öğüt vermeleri, esprileri, muhabbeti, afrası, tafrası... gerçekten insan inanamıyor ne çabuk büyüdüğüne, akıl fikir sahibi oluverdiğine, "muhtemelen" diye başlayan cümleler kurduğuna..

bu sene daha yoğun bir tempomuz var... hafta içi kreşte gördüğü dersler arttı, etkinlikler sorumluluklar arttı, cumartesi günleri bale... canım artık gün sayıyor "hiçbişey gününün" gelmesi için. bugün satranç, yarın drama, cimnastik, cumartesi de baleye gidince hiçbişey günü gelicek yaşasın diye sayıklıyor yavru kuş... sevmediğinden değil ama her sabah bir hengame yaşamaktan bıkmış anlaşılan.. ne yapacaksın hiçbişey gününde diyorum, hiçbişey öööyle dururum ne güzel, film izlerim, resim yaparım diye hayaller kuruyor... elbette bale kursu zorladığım birşey değil, o da tamamen kendi seçimi... 2,5 yıldır bale sayıklıyordu, sonbahar geldiğinde de artık 4 yaşındayım baleye başlayabilirim, unutmadın değil mi diye beni sıkıştırıyordu... evet, büyük bir hevesle giyinip kuşanıp tütüleri giyip koşturuyoruz baleye...



işte böyle oluyoruz cumartesi sabahları, çiçek açıyoruz... dilerim yavrum bir ömür böyle çiçek açarsın, yüreğin, yaprakların, gülüşün bir ömür bahar saçar etrafına...

ben de mi  muhtemelen diye başlasam senin gibi tıpkı... sen büyüdüğünde muhtemelen çok birşey değişmeyecek insan hayatında... elbette teknoloji vs.yi katmıyorum. insanın özüne dair olanı anlatmaya çalışıyorum.. muhtemelen iyiler de olacak hayatında kötüler de... muhtemelen mutluluk da olacak hüzün de... muhtemelen kavga da olacak barış da... muhtemelen savaş da olacak barış da... muhtemelen sevinç de olacak gözyaşı da... muhtemelen kalabalık da olacaksın yalnız da...
ama dilerim sen bildiğin yoldan gitmeyi ve sen olmayı tercih edersin hayatında... dilerim hayatın biricik olduğunu bilir ve öyle kurgularsın yaşamını... dilerim şu an istediğin gibi tasarımcı olur ve ilham verirsin dünyaya... ya da şu an istediğin gibi astronot olup keşfe dalarsın evrenin uçsuz bucaklığını, yıldızların sonsuzluğunu... ya da yine istediğin ama tam olarak ne yaptığını henüz bilmediğin avukatlıkta karar kılıp dünyaya hak ve adalet ve eşitlik anlatır dillerin... ya da sayıların sonsuzluğunu keşfe dalarsın bir kağıt bir kalemle...ama isterim ki her ne olursan ol, ilhamın eksik olmasın yaşamdan... ki ilham veresin dünyaya...