Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Aralık 2014 Salı

'ini' five :)

uzun zaman oldu yine yaz(a)mayalı...
hayatın yükü stresi, şehrin yoğunluğu, manasız koşuşturmalar, iş-güç, ev-bark derken zaman hızla akıp gidiyor.
bejna altı aylık filandı galiba bu blog açılalı.. demek 4 yıl geçmiş. çok yazacaktım çok okuyacaktım çok birikecektim. olmadı. ya da oldu da başka biçimlerde oldu.. olsun.. bejna'yla birikerek yaşamak herşeye değer!
bir çocuk hayat demek, gençlik iksiri, mutluluk nedeni, bir mucize!!!
büyüdükçe sohbet, paylaşım arttıkça daha da bayılıyorum bu annelik meselesine... evimiz uzak, yolumuz çetin olduğundan yolda sohbet etmeye epey vaktimiz oluyor. dün sabah başlıkta yazan sözcükle ilgili çok güldürdü beni ponçiğim.. konuşmayı çok seven bejna daldan dala atlamak suretiyle sohbet üstüne sohbet açar. neyse arabaya ilk biner binmez anne "inifayf" ne demek diye sordu. bilmiyorum dedim. o devam etti:"yani anne fayfı (five) biliyoyum da 'ini' ne 'ini' ne?" dedi. ben yine bilmiyorum kızım, nerde duydun, yanlış duymuş olabilir misin filan diye ne demeye çalıştığını anlamaya çalışırken o da espriyi patlattı: "yani sanki 'altı' fayfa (five) in demiş gibi, in fayf in fayf :), in aşağı in aşağı fayf!" tabi fayfa in diyen de altı!




bu sabah ise gözlerinden akan damlalar ile kahroldum.. evden çıkarken bejna yine konudan konuya atlayan sohbetlerine devam ediyordu. işte harlek'te sürekli gittiğimiz termal bir tesis var orası aklına gelmiş, oranın hamamından söz ederken aklına geçtiğimiz aylarda gittiğimiz yalova geldi. "ben asıl yayova'ya gitmek istiyoyum, oyayı çok sevmiştim. dedi. ardından "ama yayova'da ağaçları kestiler, en güzel ağaçları kestiler, nasıl yaptılar bunu!" diyerek ağlamaya başladı. bu arada eklemeliyim yalova'daki ağaç katliamını haberlerde dinlemiş biz mutfaktayken de "babaaa yayova'da ağaçları kesmişler, gözlüklü adam konuşuyooo," demişti. o zaman da bu yalovadaki ağaç meselesine çok üzülmüştü, demek ki içinden atamamış hala! daha bu sabah o ağaçlar için gözyaşı döktü bu çocuk! o yalova'daki ağaçlara ağlarken daha yeni yırca'da zeytin ağaçlarını kestiler, bu ağaçlar hep kesiliyor, çınarlar, meşeler, çamlar kesiliyor, can damarlarımız kesiliyor diyemedim...bu doğa katliamının hesabını nasıl vereceğiz yavrularımıza diye hala kara kara düşünüyorum!!!!

evet çocuklar, çocuklar... bizim hayat kaynağımız yavrularımız... küçücükler ama onlardan öğreneceğimiz çok şey var: başta hayatı ve yaşamayı sevmek, hayatı özümsemek ve onu her bir hücresiyle yaşayabilme meziyeti..

17 Ekim 2014 Cuma

neverland

uzun upuzun bir ara oldu...
aslında yazdım ancak paylaşmadım, paylaşamadım...
bejna'nın bir gülüşü geldi gözüme, bir bakışı garip bir duygusallığa kapıldım. çocuklar geldi hep aklıma, başka başka çocuklar...
gözleri parıl parıl parlayan, sözleri capcanlı bizlere birer çimdik atan.
ayakları çıplak, yürekleri çıplak çocuklar sonra..
ama hep gözleri parlayan
başka çocukları görünce kendi çocuğum geliyor gözümün önüne,
kendi çocuğumu görünce başka çocuklar...
hayatta türlü türlü acılar oluyor,
savaş oluyor, yoksulluk oluyor, her türlü yoksunluk oluyor da
en çok çocuklar vuruyor...
yürekleri, ayakları çıplak olmasın diye yanıyor yürekler....
bir şey gelmiyor çoğu kez elden
boğazımızda bir yumru sade!
ne dışarı taşıyor, ne içeri giriyor
boğazı deliyor da deliyor,
kabuslarda bağırıp çağırıp da sesi duyuramamak gibi oluyor...
.................
dün bejna ile sohbet ederken çocuk olduğunu unutma deyiverdim..
niye unutsun halbuki? değil mi?
unutuyor ama bazısı!
hatta bilmiyor çocuk olduğunu...
................
bilse...
bilebilse...
...................
"neverland"de büyümeyen çocuklar var...
peterpan misali...
neverland'de çiçek açanlar...
onlara selam olsun...


14 Ağustos 2014 Perşembe

yine bir yaz öğleden sonrası


bugün de iş yerinden bildiriyorum... kızımsa evde.. anneanneleriyle birlikte kim bilir gene hangi oyunun peşinde..

bir öğleden sonranın içindeyim. öğleden sonraları  günün en tatlı vakitleridir bana göre... küçüklüğümden beri böyle düşünürüm. evdeysem, tatilse, sabah - öğle yemek yeme meselelerinin kapandığı, güne başlama hengamelerinin sona erdiği, güneşin tatlı tatlı pencereden içeri süzüldüğü, rüzgarın hafif hafif estiği bir yaz zamanıysa hem de, bir yere uzanıp kitap okumak ya da bir filme dalmak için en güzel an... kışsa eğer, dışarıda kar da yağsa fırtına da kopsa sıcacık evin içinde bir demlik çayın eşliğinde kitap ya da film için yine en güzel zaman... işyerindeysek eğer, sabah yoğunluğunun  azıcık da olsa azaldığı, bir fincan kahvenin eşlik ettiği öğleden sonraları da güzeldir. bazan, seyahat ederken içinden geçtiğimiz şehirler, kasabalar, köylerde de insanlar öğleden sonraları nasıl vakit geçirir diye düşünür ve nedense herkesin o vakitlerde ceplerinde bir parça huzur ile günü kapatacaklarından emin  bir şekilde bir bardak çayı yudumladıklarını hayal ederim.

nerden esti bilmem içimden yazmak geldi, klavyeyi özgür bıraktım. bıraktım bırakmasına da çok başına buyruk oldu galiba. kime ne öğleden sonralarından, kime ne bu vakitlerde kimlerin ne yaptığından.. merak etmeyin ben de böyle düşünüyorum. ama belki bazan birşeyleri tanımlamak zor oluyor. belki epeydir bir öğleden sonrayı kitap okuyarak geçiremeyişimden kaynaklı bir özlemdir bunları yazmama sebep. belki sabah erken kalkıp mıgırdiç margosyan'ın bir iki öyküsünü okuduğumda içimde oluşan huzur ve sıcaklık duygusudur; bilemedim...

elbette günümüzde bütün annelerin yaşadığı yoğunluktan kaynaklı, kendime, okumaya vakit ayıramamaktan kaynaklı sıkıntılarım var. sabah erkenden kalkıp spor vs yapabilmişsem kendimi bir parça şanslı sayıp hemen kızıma kahvaltı hazırlayıp bir taraftan da hazırlanıyorum, ardından kızımı kaldırıp hazırlıyor, karnını doyuruyorum. bu sırada faruk da kalkıyor, bejna'yı kreşe bırakıp işlerimize dalıyoruz. işler güçler derken saat altıya yaklaştığında apar-topar işten çıkıp bejnoş'u kreşten alıp eve yollanıyoruz.  eve varınca acilen yemek yapım - hazırlama faslı başlıyor, ben yemekle ilgilenirken faruk etrafı toparlayıp bejnoş ile ilgileniyor. nihayet yemek yeme faslı başladığında benim de yavaş yavaş tepemdeki tasların teker teker atası tutuyor :) zira bejna bir lokmayı ağzında 25 dakika tutabilme kapasitesine sahip.... yemek yeme işi bitiyor, ortalık toplanıyor, biraz bejna ile oyun biraz tv derken zaten saat 22 oluyor.

bejnacık sütünü içince onu uyutma girişimlerimiz başlıyor. ancak bu girişimler yaklaşık bir saat sürüyor. ben elini yüzünü yıkayıp pijamalarını giydirirken belki on kez elimden kaçıp hala son kalan enerjisiyle bir takım oyunlar kurma peşinde oluyor. bu esnada devreye faruk girip biraz onunla koşturuyor; kovalamaca, futbol, saklambaç vs. derken bejna'yı yatmaya ikna ediyoruz. uyumaya bir parça ikna olan kuzucuk, çalışma odasına gidip o gece kendisine okunacak masalı seçiyor ve nihayet yatağa gidiyor. fakat hala bejna'nın yataktan kaçıp bir yerlere koşması söz konusu olabiliyor. ya da en iyi ihtimalle yatakta hoplayıp zıplamaları.. bu faslı da atlayınca masal okumaya geçiyoruz. bu sahne pek filmlerdeki gibi olmuyor, bejna masal bitene kadar defalarca yerinde doğrulup, masal kitabında okuduğum kısımların resimlerini inceliyor, hangi satırı okuduğumu sorguluyor, masalı kısaltmak adına satır atlayıp atlamadığımı sorguluyor, masal ile ilgili sorular sorular, sorular soruyor derken nihayet masalı bitiriyoruz.. bu kez de eğer yeni bir masal ise özetini anlatmamı istiyor, bildiği bir masal ise biraz sohbet edelim diyor ya da hayal kuralım istiyor... enerjim kalmışsa eğer bu isteklerini de yerine getiriyorum ve o uykuya dalıyor. gerçi önce hangimiz uykuya dalıyoruz bunu bile bilmediğim geceler oluyor ve benim için gün malesef bitmiş oluyor. uykusuzluğa karşı daha dayanıklı olan faruk en azından birşeyler okumaya fırsat bulabiliyor... ancak ben sadece yatağıma uzanıp uykuma kaldığım yerden devam etmek yönünde kullanıyorum vaktimi :) hal böyle olunca da sanırım boş boş geçirilen bir öğleden sonrayı bile mumla arayabiliyor insan...




7 Ağustos 2014 Perşembe

bir tatil daha geçti...

13 temmuz sabaha karşısı gökova gökçe köyüne doğru iki araç yola çıktık... faruk'un yüklediği güzel müzikler eşliğinde yine keyifli bir yolculuk oldu. keyifli yolculuğun ardından, öğleden sonra köydeki güzel evimize ulaştık. bu yaz bir ev kiralayıp  güzel bir lokasyonda tatil geçirmeyi kurgulamıştık. işte faruk o yoğunluğunun arasında bu güzel evi buldu ve güzel bir tatil geçirdik gerçekten de.




kaldığımız ev gökovaya bakan bir vadinin yamacında, ormanın içinde, güzelim akyaka'ya beş-on dakikalık mesafede osmanlı konakları olarak bilinen evlerden birisiydi. tatil evleri olarak dizayn edilen beş evden, "villa mercan" adındaki ev, bizim bu seneki tatil evimizdi. dışardan otantik bir mimariye sahip olan evin içi oldukça konforlu ve ferahtı. zaten ormanın içinde muhteşem bir manzaraya sahip olması yeterdi, bir de ekstra güzellikleri barındırınca tadından yenmedi. nitekim daha uzun süre kalmak istediysek de sadece 2 haftalık bir boşluğa ancak yetişebildiğimizden bu mümkün olmadı.




elbette sessiz sakin, sadece cırcır böceklerinin sesi, kuş cıvıltılarının eşliğinde güne uyanmak, mis gibi bir kahvaltının ardından havuz keyfi yapmak, canımız istediğinde çıkıp denize gitmek, geceleri otururken üşümek, üşüyünce havuza dalmak :), bazı geceler aç kalan yaban domuzlarının evimizin az ilerisinde çöp konteynerini devirdiğine şahit olup "ya domuzlar bize de gelirse" diye bol adrenalinli sohbetler eşliğinde şezlongda uyuyakalmak... daha da ötesi, şehir stresinden uzak bir huzur içerisinde yeşil ve mavide kaybolmak, hatta kendini unutmak...  bizler gibi stresli mesleklerde çalışıp, bir de büyük şehrin anlamsız stresiyle boğuşup, denize ve doğaya uzak memleketlerde yaşayanlar için bu tatiller hayati bir öneme sahip :) bu nedenle bu seneki tercihimiz bizi yanıltmadı. bu kadar anlattıktan sonra ev sahiplerimiz sinan beye, eşine, ailesine buradan teşekkür etmek isterim, ancak bu evleri öyle çok da tavsiye etmek istemem; sonra bize yer kalmaz :))




sadece evi anlatarak gökovaya haksızlık etmek istemem doğrusu... muhteşem doğası ve denizi ile beni benden aldı... azmak deresi, çınar, akyaka, köyceğiz, dalyan, iztuzu, turgut şelalesi, bayır köyü, söğüt köyü ve muhammet usta'nın nefis yemekleri, yine yeniden selimiye köyü, beni nedense çok etkileyen, zamansız bir yer gibi gelen bozburun... ve sayamadığım nice dağ, plaj, kum, ağaç, deniz, balık.....



kayınbiraderim, eltim ve barış ile başladığımız tatil serüvenine kardeşim ahmet de katılınca kalabalık, neşeli bir topluluğa dönüşüverdik :) bejna'nın doğumgünü de bu tatile denk gelince eğlenceli bir parti oldu ve kızım bu neşeli partiyle yeni yaşına girdi. kuzum benim; mutlu, sağlıklı, şanslı, tam istediğin gibi yeni yaşlar dilerim...


villa mercan'daki maceramız bayram öncesine denk gelince bayram tatilini de bu coğrafyada geçirmeye karar verdik. bu bayram yoğunluğunda  kısa bir arkadaş ziyareti molasının ardından bodrum, avta'ya giriş yaptık. avta; avukatlar tatil köyü'nün kısaltılmışı.  faruk'un arkadaşı oranın müdürü olunca en dolu zamanlarda dahi yer bulmak mümkün olabiliyor. bodrum tatili, gökova'nın dinginliğinin aksine daha yoğun geçti. bodrum bu sene aşırı sıcak, nemli ve de kalabalık olunca avta dışına pek çıkmadık.




zaten bejna burada çok keyifli anlar yaşadı. gündüz çocuk kulübünden çıkmayan bejna, deniz keyfini de yaptı, kumla istediği kadar haşırneşir de oldu; onun bu mutluluğu da bize yetti. hatta bejna çocuk kulübünde yaptığı resimlerle bir resim sergisine de katıldı. çocukların yapmış olduğu resimler sergilendi, kızımla sergiyi gezdik, resimlere baktık, vişne suyu içtik :) kuzumla ilk resim sergisi gezme etkinliğini de gerçekleştirdik. kuzum bu sergiye "karadeniz" ve "kıyafet dikme makinesi" adlı iki özgün resim ve bir boyama çalışması ile katıldı :) siyah dalga dalga şekiller çizdiği resim çalışmasının adı "karadeniz" çeşitli geometrik şekillerden oluşan çalışmasının adı da "kıyafet dikme makinesi".... zaten kuzum "tasarımcı" olmak istediğinden,  işi için gerekli makinenin çizimleri ile bir başlangıç yapmak istedi sanırım.  laf aramızda bejna şu sıralar bu makine meselesi ile haşır neşir! ankara'ya gelmeden önce bejna'ya ne istersin benden diyen  anneannesine, "oyuncak makinesi" demiş :) akşam bu meseleyi sorduğumuzda işaret parmağını alnına götürerek "düşündüm düşündüm, oyuncak makinesi dedim." diyor. bence mantıklı; tek tek oyuncak istemektense meseleyi kaynağında çözmüş çocukcağız :))


bodrum tatilinin bir diğer bonusu da tesadüfi arkadaş buluşmaları oldu :) faruk'un arkadaşı geldi, benim arkadaşım geldi, hasretler giderildi, deniz havasında anılar tazelenip muhabbetler edildi.... tatile renk geldi, neşe geldi...



bir yazının sonuna daha geldim ama nedense bu yazı bitmemiş, eksik kalmış gibi geldi bana. belki o doğayı anlatmaya dilim yeterince dönmedi, belki fotoğraflar az geldi. kim bilir belki başka bir yazıda bu eksikliği tamamlayabiliriz.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

4 yıl geçti aradan....



                dört yıl geçti aradan neredeyse...  işte bundan dört yıl önce karnımda kıpır kıpır dünyaya gelmeyi bekliyordu gözümün ışığı... aradan dört yıl geçti ve hala kıpır kıpır... yemek yerken masada beş dakikadan fazla oturamayan,  kıyafet giyilirken, saç taranırken sürekli mobil halde bir küçük hanfendü o!



               uzun zaman oldu yaz(a)mayalı... türlü sebepler, yoğunluklar oldu, kimi vakit de ilham perileri uçu uçu verdi yanımdan yöremden... oysa son yazımın üstünden bir koca bahar geçmiş, kızımla dopdolu. ama o bahar da çabucak geçmiş ömrümüzden hiçbirşey anlamaksızın.. şimdi bir tatil arefesindeyiz. kuzum kışın kar sayıkladı gönlünce oynayabilmek için; kar yağmadı bir türlü! baharda piknik istedi yağışlı havalar elvermedi.. umarım bu yaz oyuna, istediği deniz ve havuza doyar kızım.. zaten havalar sıcaklar sıcaklamaz "havalar ısındı, hadi tatile gidelim" diye başladı.

              babası da ona gönlünce eğleneceği bir ortam hazırladı.. bejna'nın  çok sevdiği kuzeni barış da gelecek olunca hepten havalara uçtu!  barış abisi ondan yaşça büyük olsa da çok iyi anlaşıyorlar :) hem abilik hem arkadaşlık ediyor barış bejna'ya. ortak noktalarından birisi de kediler! barış zaten hayvansever bir çocuk ve bunu tam bir sorumluluk duygusuyla yaşayanlardan.  bahçede beslediği kedilerin mamalarını geciktirmeksizin verir, hastalık doğum gibi olaylarını inceler, müdahale eder. bejna henüz sorumluluk duygusunu taşımasa da büyük bir sevgiyle bağlı hayvanlara... bilhassa da kedilere... her sabah "kedke bi kedim olsaaa.. onunla oynasam" diye sayıklar yavrum. bahçeli bir ev olmadıkça kedi bakmak çok zor oysa. hem bejna'nın alerjik astımı, hem de evde gün boyu yalnız kalacak olan kedinin ruh durumu bir araya gelince bir kedi bizim için şu sıralar pek mümkün görünmüyor. bakalım, hayırlısı diye kapatalım bu konuyu şimdilik :)

           evet 14 gün sonra bejna 4 yaşında olacak.. ne çabuk geçiverdi bu dört yıl anlamadım gerçekten. karnımda kıpır kıpır hoplayan bejna, şimdi bizimle her türlü konuyu konuşan, yeri geldiğinde olgun tavırlar sergileyen, doğru bildiğini sakınmayan, "anne sana yardım edebilir miyim? istersen ederim yaani.. ama istersen kendin yap" diye bilmiş bilmiş konuşan, yeri geldiğinde bizlere öğüt veren, olaylar karşısında fikir yürüten bir cadıya dönüştü. hakikaten bazen dört yaşında bir çocuk değil de bir genç kızla konuşuyormuşum hissine kapılıyorum.

           bir kere şakacıktan evde ben hülya değil, leyla'yım dedim. bejna bir anda role girdi. hemen elimden tuttu "sana evimizi göstereyim, buyası salon, buyası mutfak.." diye başladı.  ardından "annem bana hey sabah kaafaltıda yumuyta pişirir, babam bana çeşit çeşit meyvelerin suyunu sıkar..".vs sohbeti derinleştirdi. sonra "leyla senin evin nerde?" dedi; "ayrancı" dedim, "aaa benim gyeşim de oyda ama miki mause'li gyeş diil diğeri" diye ayrancı'da bulunan diğer kreşten kendi kreşini ayırarak belirtti. neyse epey sohbetin ardından ben normal hayata dönüp kreşte arkadaşlarıyla oynadığı oyuna dair bir soru sordum. o ise çok ciddi bir ifade ile "bunu neyden biloosun?" dedi. ben de gayrı ihtiyarı "e dün sen anlattın ya" dedim. kızım kül yutar mı? hemen cevabı yatıştırdı: "e ben hülya'ya yaani anneme anlatmıttım onu, sen leyla'sın!" dedi; vuuuu ne oldu yaaa bana oluverdim birdenbire :) valla leyla'ya daha başka şeyler de anlattı ama onlar başka yazıların konusu mu olur ya da hatıralarımıza mı saklarız karar veremedim henüz :)

          bizden şimdilik bu kadar, size iyi günler, neşeli yazlar.........

26 Şubat 2014 Çarşamba

senin anladığın benim söylediğim değil!




merhaba canımın içi....

şu an uyuyorsun belki, belki de yatağında sıkılıyorsun. bazan bize kızıyorsun, bazan daha  fazlasını istiyorsun.. haklısın! bazan seni anlamıyoruz, anladığımızı sanıyoruz ya da... haklısın!

geçen gün dilinin döndüğünce birşeyler anlatıyordu arabada. babası da cevap veriyordu...                  
Bejna bazı sözcükleri doğru telafuz edemediğinden çoğu kez onun murad ettiğinden başka şeyler       anlıyor ve ona göre cevaplar verdiğimiz oluyor. yine benzeri bir durum yaşandı ve Bejna cevabı           patlattı: "Baba senin aanadııın benim döölediğim diiil ki ama!" Bana da yapıyor bunu hem daha yeni konuşmayı öğrendiği zamanlarda bile benim onun dediğini anlamayıp "hıhıııı, eveeeet" dediğimde "ne döööledim hadi döööle" diye söylediği şeyi tekrar ettiriyordu cimcime! şayet söylediğini   anlamadıysak da vah halimize!




 Bejna hanım, bir süredir saçlarından bıkmıştı sanıyorum. sürekli kısa kestirmek istediğini                    söyledi, bir hafta kuaför sayıkladı. neyse bir cumartesi öğleden sonrası kuaförde aldık soluğu...           kuruldu kuaför koltuğuna, bir edalar bir havalar eşliğinde kesildi saçları ikinci kez. ama bu defa         biraz fazla. eski halini de fotoğrafladım elbet ama içim gitmesin diye buraya koymadım. her türlü       ikna yöntemim yetersiz kaldı Bejna'nın uzamış, uçları sarı kıvırcık saçlarını kestirmesine. hatta           kuaförü de aynı şeyi söyledi ama yok kızım kararlıydı bu konuda. ben küçükken oğlan çocuğu gibi       kısa saçlı olduğumdan Bejna'nın saçları uzun olsun istemiştim ama kendi istediğinin önüne de             geçilmez ki! canı ne istiyorsa yapsın (tabi bunun sınırları var Bejna'cığım büyüyünce bu satırları           okuyup sevinme boşuna :) ) bir de kuaförde herkes etrafında pervane olunca tam prenses gibi hissediyor         kendini bızdık. ellerini uzatıp evde yasaklanan ojeyi de sürdürdü, nasıl keyifli.... hayat da onunla         keyifli!




hafta sonu kahvaltıdan sonra evi derleyip topluyordum ki bızdık yanıma geldi ve en ciddi ses tonuyla bana; "hep iş yapıyoysun, benimle hiç ilgilenmiyoysun, bana daman ayıymıyoysun. bu işleyi badkadı yapsın." deyiverdi. tam bir çelişkiye dokundu... yemek yapmak, derli toplu bir ev,  mesleki faaliyet aslında hep onun için, ama ona ayrılacak zamandan çalan şeyler... oysa kendimize ayıracağımız zaman parçacıklarını bile ona bahşetmişken bu yetmezlik günümüz  modern dünyasının çelişkisi... 

 ama yine de kuzucuğum, sana daha fazla zaman ayırmak için                                                            elimizden gelenin daha fazlasını yaptığımızı, yapacağımızı bilmeni isterim......

12 Şubat 2014 Çarşamba

What a wonderful world!


sabah  kreşe gelirken, louis armstrong'un "what a wonderful world"u çalmaya başladığında, dikkatli bir dinleyici edasıyla "anne bu şaakı ne, anne bu şaakı ne güzel bi şaakı" diye yaşından beklenmeyecek bir ciddiyetle dinlemeye başladı, şarkı bitmesin istedi... sözlerini merak etti, anlamak istedi, anlayamadığına üzüldü... fakat yorumları şarkı boyunca devam etti. en dikkat çekici yorum ise şu oldu: "anne bu şaaakı gahveyengiye bendiyooo (kahverengiye benziyor),,, yaaani adamın sesi gahveyengi gibi, sanki gahveyengi gibi sööölüyooo....." şeklinde idi... louis armstrong'un gırtlağını kullanma biçimini, şarkıyı söyleme biçimini zihninde değerlendirmiş ve bu farklılığı bize açıklamaya çalışmıştı. faruk ve bana göre gerçekten güzel bir benzetme ile sesi bir renk ile bütünleştirmiş, bu rengi de kahverengi olarak tasavvur etmiş...




belki küçücük bir ayrıntı ama bejna'nın hayatı algılayışına dair güzel bir örnek olması bakımından bu yaşadığımız küçük bir an, küçük bir yorum beni çok heyecanlandırdı... evet bejna what a wonderful world with you... dünya seninle güzel, seninle renkli, seninle anlamlı.... bize, biz büyümüşlere hayatın ayrıntılarını, unuttuğumuz heyacanları, tadları yeniden yaşatıyorsun.. bu şarkı hayatı anlamlı kılan, hayatı tatlandıran bütün çocuklara gelsin, diyeceğim her ne kadar bir çocuk şarkısı olmasa da,  kızım sevmiş, beğenmiş... bize yayınlamak düşer :)))



5 Şubat 2014 Çarşamba

uzun zaman oldu yine...


yeniden bir merhaba demeli....

yeni şeyler söylemeli... yeni o kadar çok ki hayatımızda.. elbette bu yanlış anlaşılmasın yeni eşyalar vs. değil kastettiğim, bejna'nın faruk'la bana sunduğu, yaşattığı güzel anlar.. o büyüyüp geliştikçe, diline hareketine yansıyan herşey yeni ve güzel, yeni ve anlamlı... uzayan saçının telinden değişen mimiklerine, gelişen kelime haznesine değin herşey aynı zamanda bizim birer parçamız... ondan bize, bizden ona akan bir hayat...

en son kasımda kalmışız, aradan günler, haftalar, aylar geçmiş.. ne çok şey yaşandı oysa. bejna'nın heyecanla beklediği bir kere gelip bir daha da yüzünü göstermeyen kar yağdı, yeni yıla girildi, hareketimiz cümlelerimiz çoğaldı... o karlı gündeki mutluluğunu görmek ömre bedeldi mesela... geçen yıl da ankara kardan nasibini alamadığından, hiç karla tanışmayan bejna "anne ben medela (mesela) bunu hiç bilmooordum" diyerek nasıl coşkuyla oynadı..



yine her kış olduğu gibi hastalıklardan virüslerden nasibini aldı, yine astım ataklarını yoğun bir şekilde yaşadı.. bir gece öyle ateşlendi ki yavrucak, sabaha kadar sayıklayıp durdu.. ancak o halinde ne kadar yüreğim dayanmasa da sayıklamaları akıldan çıkacak değildi. "delolan deeeldi (keloğlan geldi)" ardından da diyor ki "anneceğim gözümü gırpmıddım deloolanı gördüm de ondan öyle dedim." bir taraftan da niye sayıkladığını izah ediyordu yavru.. yine "şekeeeer, şeker düştü, şekeri düşürmeyin" şeklinde çocuk dünyasını biza anlatıyordu sayıklamalarında..

artık büyüdükçe paylaşımlarımız daha da artıyor.. alışveriş yapıyoruz, ben kendime kıyafet bakarken o da kendine "anne bu hıka da 3-4 yaş içinmiş" diye geliyor yanıma. tabi benim o mağazadan birşey bakışım yanıma kar kalıyor gene bejna hanıma 3-4 yaş gıyafeti alınıp çıkılıyor.. şayet kendisine birşey alınmayacaksa alış-veriş benim için işkence olabiliyor.. benim baktığım kıyafetler ona çok sıkıcı geliyor mesela.. o bana ısrarla kırmızı, turkuaz abiye kıyafetleri öneriyor, denemem ve satın almam için ısrarcı oluyor, almayınca da kırılıyor.. her ne kadar mağazada bulduğu pufa koltuğa oturup benim görüş alanımdan çıksa da hatta kıyafetlerin arasına girip saklansa da ben çok keyif alıyorum onunla kız kıza alışverişten. market alış -verişini daha çok sevse de uykusu geldiğinde gözü annesi gibi hiçbirşey görmüyor, kafasının değidiği yerde uyuyakalıyor..



ama tabi burdan bejna hanımın uykuyu sevdiği sonucu çıkmasın.. sabaha karşı 4'te uyanıp sohbet edesi tutuyor zaman zaman.. zaten gündüz uykusu sevmiyor, hafta sonları uyumamak için direniyor, kreşte de az uyuduğunu biliyorum; geceleri onu uyutmaya çalışırken benim uyuyakaldığım anlar oluyor, sabahları erken kalkıyor hatta dediğim gibi sabaha karşı bile enerji dolu oluyor. eskiden 4-5 masal okutuyordu bana şimdi bunu 1 kitaba indirgedik. elimizi yüzümüzü yıkayıp bicamalarımızı giydikten sonra kütüphaneye gidip kendine ait raflardan kitabını seçiyor ve "dupriz bitabı"yla (sürpriz kitap) yanıma geliyor.. bir müddet babası ile şakalaştıktan sonra yatağa girmeye karar veriyor.. masal okunuyor bitiyor, hadi dohbet edelim diyor... dohbet ediyoruz, gün içinde yaşadıklarını konuşuyoruz, değerlendiriyoruz, sonra ninni istiyor, ninniden sonra da şarkı istiyor... artık boğazım kuruyana dek çenem çalışıyor valla... hal böyleyken bazan onun yanında ben de uyuyakalıyorum...  yeri gelmişken, bejna çeşitli aktiviteleri tükettikten sonra uykuya dalıyor ancak odasında, yatağında tek başına uyuyor. bazan da gecenin bir yarısı uyanıp sohbet edesi tutunca da yanımıza geliyor, gülerek biyad gayaa mısın (biraz kayar mısın) azcık sohbetten sonra yanımızda uyuyor.. he nekadar psikologlar çocuğun bir başına yatmasını önerse de eşimle ben buna karşı çıkıyoruz, henüz üç yaşındaki bir çocuğun anne babasının yanında o sevgiyi yaşayarak uyumasını da önemli görüyoruz... yanımızdaykenki mutluluğu apayrı birşey....




evimize kuğulu park uzak ama benim çok sevdiğim bir yer... hafta sonu havanın da güzelliğini fırsat bilip antakya lezzetleri ile yaptığımız kahvaltının ardından soluğu kuğulu'da aldık.. bejna'nın sevinç ve coşkusu görülmeye değerdi doğrusu... seni çocukluğumuzun bahçelerinde, yeşilliğinde yetiştiremesem de yeşile ve doğaya hasret bırakmamak adına da elimden geleni yapmaya gayret edeceğim canımın içi...




anlatacak çok şey var aslında.. şu an yavrucak kreşte... orada huzurlu ve mutlu olduğunu bilmek güzel.. öğretmenini çok seviyor her fırsatta bana "anne ödetmenin cok güzel hem de çoooook tatlı" deyip duruyor... elbette aynı şeyi ordaki ablaları için de sürekli dile getiriyor. onlara da burdan selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum...