Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Aralık 2011 Pazartesi

bébé



yazı bir süre sonra amacını aşıyor ya da akacak bir mecra bulamıyor. günlük diye yola çıktık ama sadece fotoğrafları koysaydım da iş görecekti galiba. zamansızlıktan her anını buraya yazamıyorum, zaman ilerleyince de yazılanlar anlamsızlaşıyor. fotoğrafları yükleme işi de zamansızlığa kurban olunca galiba insanda heves kalmıyor. zaten yazı görünce kaçan milletdeniz.




ilham kaynağım ise gün güne daha çok gelişiyor ve hızına yetişemiyorum. bébéciğim artık çocuk oldu:) hareketleri insanı şaşırtacak bir hızla ilerliyor. süslenince aynaya koşup bakması, ayağına giydiği botları daha iyi görebilmek için ayağını kaldırıp aynadan bakmaya çalışması.. biricik tv kanalımız luli'nin ona artık yetmemesi, keyif vermemesi..  şakalar yapması, yapılan şakaya şakayla karşılık vermesi ise bambaşka bir olay.. komedyen mi olacak nedir, bebekliğinden beri mizaha yatkın bir yatkın bir yanı var. hatta hamileliğimin 7. ayında dört boyutlu ultrason görüntülerinde gülen bébéği gören doktorumuz ben böyle gülen bebek görmedim demişti.




bejna elleri ile yemek yemeye bayılıyor. hatta kuşlar misali ekmek kırıntılarını toplayıp yiyor. elleri kirlenince de havaya kaldırıp musluğu gösteriyor. amanın pek titiz düzenli, elbisesini dolaba, ayakkabısını ayakkabılığa koymamız için bizi yönlendiriyor. umarım büyüyünce de böyle olursun canikom.




bu aralar pek nazlı olduk sormayın... en ufak bir laf edilse ağlıyor da ağlıyor. bu sabah mızırdanıp duruyordu, "susar mısın bejna" dememle yaygaranın kopması bir oldu. nasıl içli içli ağladı, görseniz parçalanırdı yüreğiniz :)




9 Aralık 2011 Cuma

benim güzel kızım...

benim güzel kızım... bitirim kızım... fırlama kızım... eğleneli kızım... neler geçiyor kimbilir o güzel kafanın içinden... dikilip karşıma, kaşlarını çatıp, dudağını büzüp "annnnööö" dediğinde hem de şirinliğin en tepe noktasında iken mesela? ya da karşımda dans ederken... dışarı çıktığımızda başka insanlara cilve yaparken? bir bebek fotoğrafı gördüğünde en şirin ses tonunla "beybi" derken? sabahın dördünde kalkıp "baba" "baba" aınne" derken amacın ne mesela? o saatte oyun oynamak niyetinde misin yoksa bana rüyanı mı anlatmaya çalışıyorsun? ha bir de bejna gecede 1 kilo süt içtiğine ne hissediyorsun? (bir kaç gece bunu yaptı gerçekten!!! neyse ki uzun uğraşlarım sonucunda, süte su katmak vs. bu isteğinden vazgeçtiğini umuyorum...)




geçen hafta sonu annem, bejna ve ben büyük bir iştahla alışverişe çıktık.. lakin girdiğimiz mağazaları oyun alanına çeviren bejna bu iştahı bir anda sıfırladı. her girdiğimiz mağazada başka bir oyun bulup, oradaki çalışan ya da müşterileri de bu oynuna katmayı başardı. başardı da, insanlar neredeyse satış yapamayacaklardı.. her türlü cilve ile milleti hipnotize etmeyi de başardı zira :))) onu zaptetmeye çalışmaktan bitap düşen bünyeler alışverişten hiçbirşey anlamadı. cocacığım, demek ki neymiş, bejna seninle oyun oynarken bizler alış-verişe çıkmalıymış :)))

bu arada alış-verişe çıkmazdan önce süslenip püslenen bejna, bana bir de güzel pozlar verdi ki sormayın. sehpanın üzerine çıkıp boydan almamı filan sağladı hatta. bunu gerçekten bilinçli olarak yapması büyüdüğüne delalet... daha dün agucuk gugucuk yaparken şimdi pozlar vermesi nasıl da duygulandırdı beni...

doktora gittiğimiz zaman da beni çok güldürmüştü halleri. evde tartıya çıkmasını söylediğimizde kendisi çıkıyor ve kilosunu öyle ölçüyoruz. boyunu da babacığın aldığı ve odamıza astığımız metre ile rahatlıkla ölçüyoruz. bejna'ya hadi orda dur, boyuna bakacağız deyince hemen gidip orda sabit duruyor, biz bunları normal karşılıyorduk. doktora gittiğimizde kendiliğinden tartıya çıkması, metrenin önünde sabit durması doktorumuzu epey şaşırttı. düşününce ben de pek güldüm bejnanın bu hallerine.

duygulandığım halleri de oluyor. mesela babamın fotoğrafını her gördüğünde "dede" deyişi... hatta anneme mahsun mahsun bakıp onun boynuna sarılışı... bunlara akıl erdiremiyorum ama bebeklerin hissiyatlarının daha kuvvetli olduğunu anlıyorum. bizlerinki gibi kirlenmemiş usu, herşeyi daha iyi ve net sezinlemesini sağlıyor zannımca. canım yavrummm....

23 Kasım 2011 Çarşamba

MATRUŞKALAR



yaaa matruşkalar işte... zamanın garip döngüsü. annannem canım feridem, annem, ben ve kızım.. bu 4 kadının arasında 30'ar yaş var. 0-30-60-90'lı yaşlara ait 4 kadın bir araya böyle gelir işte.

aradan 15 ay geçtikten sonra ise;


kim bilir belki bi 29 sene sonra gene böyle bir fotoğrafa imza atarız, belki bu hal de bizim ailenin kadınları arasında bir teamüle yol açar.

hesap yok kitap yok ama 4 nesil işte böyle bir araya gelivermiş... benim için muhteşem bir duygu ve güzel hatıralar içeriyor.

anneannem; hem de canneannem... küçükken o kadar çok severdim ki, ona böyle hitap ederdim... yaşadıkları, anlattığı hatıraları, tarihin bilinmedik taraflarına tatlı dokunuşlar, geçmişi, ailesi, yaşadığı   güzel ve bize bir o kadar uzak gelen anıları, ilk aşkı vesaire vesaire... bunlar bambaşka bir yazının konusu olabilecek kadar güzel ve zengin...

annem; benim canım, herşeyim, dostum.... hepimiz apayrı bireyler olsak da, birbirinin içinden çıkmış hayatlarız, canlarız ... bejnanın kişisel öyküsünün girizgahıdır bu fotoğrafın yansıttıkları.

bu yazı da bir girizgah olsun, burdan devam edelim. haydi eyvallah şimdilik..

21 Kasım 2011 Pazartesi

zamansızlık





bu günlerde en büyük derdim zamansızlık oldu.. kızıma zaman ayıramamak, günlüğünü tutamamak...

yazacak o kadar çok şey birikti ki ve hepsi de ayrı birer yazı konusu olacak nitelikte. ne desek ne yapsak ne etsek sayın seyirciler, sevgili izleyiciler, canım cocacığım, günlük? deyin bana ne yapayım?

ya da şimdi en azından kızımın büyüyüşüne dair emareleri kısa kısa yazayım.


iki hafta kadar önceydi, odasında oyun oynuyorduk. kuzucuğum daha önce hiç yüzüne bakmadığı bir oyuncak bebeği aldı eline, ben de yanında uzanmış, legolara ilgisini çekmek için şekiller yapıyorum filan. derken bejna'dan "eeee eeee eeeee eeee" diye bir ses işittim, bir de ne göreyim bebeği bir kutuya koymuş, sallayıp eeee eeee sesleri ile uyutmaya çalışıyor. şaşkınlıktan gözlerim faltaşı o ise karşımda gülüyor. biraz sonra da elinde mama kaşığı bebeğin ağzına sokmaya çalışıyor. ya daha dün kucaklarda gezerken şimdi oyuncak bebeğe annelik yapıyor. büyümek böyle bir şey sanırım. bizler de bir anda büyümedik mi annelerimizin babalarımızın gözünde. bir anda gerçek bebeğiyle karşımıza dikilecek ey faruk, biz de ne zaman oldu bunlar yahu diyeceğiz!!! zamansızlık başlığı bu noktada tutarlı oldu sanırım. işte bu kadar çabuk bitiyor.

dün annemin gözlüğü kırılmıştı, biz de doktora gidesiye tv izlerken rahatsız olmasın diye tepesinden yapıştırdık. annem de taktı gözüne. bejna dikildi annemin karşısına başladı dalga geçer gibi gülmeye... gözlüğü gösterip gülüyor. kızım sen nası anladın durumu, hı? bi de gülermiş muzip şey!!!

hep böyle gül olur mu yavrucuk...

31 Ekim 2011 Pazartesi

sarı şeker

sarı şekerim günden güne büyüyor. hatta dün "baba ninni" diyerek babacığın uyuyor olduğunu anlatmaya çalıştı şekercik. şu an onunla sohbet edebilmeyi ne çok isterdim. çok özlüyorum yanımda olmadığında. sanırım çalışan anne olmanın en acımasız yanı bu. onun sarı bukleleriyle oynamayı, şakalaşmayı, oyunlar oynamayı.. sıccacık tenini hissetmeyi...ertelemek zorunda kalmak!
















akşam olacak, eve gideceğiz birazdan. sarı bukleli şeker karşılayacak bizi anneannesiyle, kendi deyimi ile "anne"siyle.. sonra etrafımızda dönmeye başlayacak. çekmeceleri karıştırmak, çamaşırları yere yığmak, takılarımı tokalarımı etrafa dağıtmak isteyecek. sonra "mammaa" yiyeceğiz, biraz oyun.... uykumuz gelecek, sütümüzü içeceğiz, ben masal anlatırken o tatlı bir uykuya dalacak..

günle böyle geçerken, kızım da büyüyecek. konuşmak en büyük hevesi. anneannesine de "anne" diyor, bana da. geçenlerde bana "ünya" deyip duruyordu, unuttu yine "anne" diyor. saçları da uzadı biraz, tepesinde minik bir saç örgüsüyle dolaşıyor. geçen cumartesi mutfakta kürdanı keşfetti. dolabın kapağını açıp kürdan kabını aldığı gibi kaçıverdi yanımdan. hem ne kaçış. anneanneye verip kapağını açmasını istemiş. en komiği de, annemin "ne yapacaksın onları" sorusunun üzerine eliyle dişlerini gösterip karıştırıyor gibi yapması oldu. e tabi şimdi her hareketi taklit üzerine kurulu. bazan gelip sarılıyor bana ve öpüyor. o anlarda daha çok farkediyorum, hayatı ona bizim öğreteceğimizi. sevmeyi de bizden öğrenecek, belki sevmemeyi de. işte bu anlarda bir çocuk yetiştirmenin ne kadar ince bir iş olduğunu yeniden yeniden düşünüyorum. evet, yaşama dair olumlu-olumsuz herşeyi bizden öğrenecek ve yolunu bu öğrendikleri ile çizecek. bu çok heyecan verici bir durum belki ama bir o kadar da hassas. yüzyılların kaygısını taşıma sırası şimdi de bizde işte..

yine dağıttım meseleyi.. ne yapalım kaygı da lazım bünyeye :) işte böyle sevgili günlük.. dün bejnanın amcasına gitmiştik, kuzeni barış ile oyunlar oynadı, hatta onun elindeki oyuncak tavuğu almak için üzerine tırmanırken gördüm bejna'yı. vayyy be, dedim şu bacaksıza da bakın, istediğini elde etmek için her yolu deniyor. hayat mücadelesi bu, kolay değil elbet! yaş ne olursa olsun..

9 Ekim 2011 Pazar

bejna'lı muffinler...















bu eller elma yemiyor, tırtıklayıp atıyor, havuuuç? hiç sevmiyor... üstelik bir de iştahsıııız... iyi bari bir de muffin deneyelim hem eğlenceli gelebilir dedim. işte "bejna'lı muffin" tarifi!















Malzemeler:

1 adet elma,
1 adet havuç,
1 avuç ceviz,
1 yumurta
2 yemek kaşığı pekmez,
Az biraz şeker
Aldığı kadar un,
Az biraz sıvıyağ,
1 çay kaşığı karbonat,
1 çay kaşığı tarçın,
1 yemek kaşığı yoğurt,
Yarım çay bardağı süt.

Yapılışı:

Havuç rendelenir, elma rendelenir, ceviz neredeyse un haline getirilir. Bu karışıma yumurta, pekmez,yağ, şeker,yoğurt, süt, karbonat, un, tarçın eklenip muffin kalıplarına paylaştırılır ve 180 derece ısıda pişirilir.

sooonra daaaa bejna hanım tarafından afiyetle yenir. öyle ki ılımasını bile beklemeden saldırdı.
happur huppur yedi.




afiyetle...

fotoğraf anlatır...

"yaklaşmayın banaaaaa!

"şapkadan bejna çıktı"

"en tatlı uykularda"

"bi süre burda yaşamaya karar verdim ben"

"filmin en heyecanlı yeri"

"a aaaa! bak şu luli'nin yaptığınaaaa"

"yaaa galiba biticek birazdan"

"hımmmmm"

"iyi barii, luli'ye de ders olsun bence"

"uykum gelmiş, biri gelip beni uyutsa ya,neyse filmi bitirdim en sonunda"

7 Ekim 2011 Cuma

zam(an)ların sebatsızlığı





anlaşılan içime dert olmuş zaman mefhumunun istikrarsızlığı, "an"ları benden acımasızca çalışı..
işteyim, işlerim var. peki ben ne yapıyorum. yazıyorum, içimi döküp rahatlayayım diyorum... eve gittiğimde benim ilgime acıkmış bejna görüntüsünden muzdaribim. ben mutfakta birşeyler yaparken eteğimden tutunup etrafımda gezen bejna'nın bu halleri hayatı sorgulatıp duruyor bana.

sabahları uyanıyoruz, kuzucukla yatakta debelenip oynuyoruz bir süre.. ardından yeni güne başlama hazırlıkları, ardından mama yedirme seramonileri ki bu kısmı ben yetiştiremeyip, hatta beceremeyip anneme devredip hoooooop işe uçuyorum. akşam yorgun argın gelince hemmen onu kucağıma alıp özlem gideriyorum. yemek vesaire derken yeninden enerji toplayıp odasında oyuncaklarla oyuna dalıyoruz. ancak bu çok da uzun sürmüyor. çünkü bejna koşturmacalı oyunlar istiyor. amanın aman, bir iki kovalamaca oynuyoruz uyku bastırıyor beni. bejna'da ise uykunun en ufak bir emaresi dahi olmuyor. bu sırada babacık devralıp bir iki de o koşturuyor hem  yorulsun gece iyi uyusun mantığıyla da.... dadadaddadaa bejna hem de deliksiz... en deliksiz uykusu bile 2 saatcik. uyansın, doyur, uyut, uyansın, doyur, çığlık, uyut, uyansın, gevezelik etmek istesin, uyut....

bu sabah yine çok neşeli uyandı, gevezelik de ettik biraz (de-da baba memmee anne şeklinde konuşmalar geçti aramızda:p) ama bir kaç dakika odadan ayrılmam ufak çaplı bir kıyamete neden oldu yine. ancaaak, bu kıyamet bize bejnanın azı dişinin de çıkmış olduğunu göstermiş oldu :) eh, ağzını her zaman bu kadar çok açmıyor ;) ilk dişlerini de geçirdiği soğuk algınlığından  dolayı gittiğimiz doktorun bejna'nın ağzını kocaman açmasıyla görmüş idik.

dün de yine doktordaydık, ama bu kez hiçbirşey göremedik zira bejna'nın zaptı pek zordu. ailece hepimiz şu grip salgınından nasibimiz alınca evde ne kadar maskelerle dolaşmaya çalıştıysak da bejnanın hastalık kapmaması kaçınılmazdı. o da minik minik hapşırıklar, çiğ damlası gibi sümükler, küt küt öksürüklerle mevsimi karşıladı. hemmen koştuk doktora, tabi gülen bejna'yı gören kimse gene inanmadı onun hasta olduğuna.

yaz yaz yaz bitmeeeeez ama bir kenarda dursun bunlar. yanılırsak bakarız ilerde...

6 Ekim 2011 Perşembe

sonbahar






sonbaharmış ...

gökyüzü apaçıkmış ...

sanıldığının aksine mevsim hüzün değil, sarı-kırmızı bazan pembe yapraklarmış.

hem de sonbahar en çok ankaraya yaraşırmış.

madem öyleymiş, bir fincan kahve eşliğinde camdan dışarıyı seyretmeli
yahut
serin esen rüzgarın verdiği ürpertiyi koynumuza alıp kuruyan yapraklar üzerinde alabildiğine yürümeliymiş...
yahut loş bir pubda dışarıyı seyretmek şartıyla bir bardak buz gibi bira içip geçen yazı gelecek karı düşlemeliymiş...

bir de hızla büyüyen bejna'yı ilerleyen yılların sonbaharlarında hayal etmeliymiş. ne bileyim okul önlüğüyle okuldan gelirken ya da yazdan kalma bir günde bir parkta sararmış yaprak toplarken, ille de gülümserken...

zaman hızla akıp geçiyor, daha geçen sonbahar miniminicik kucaktan kucağa gezerken şimdi elleri havada etrafın tozunu attırıyor. işbilir edasıyla kah yerleri temizliyor kah masayı siliyor kah masa örütüsünü kafasına alıp süs yapıyor. her anı bambaşka güzel olan kuzucuğum en çok da kollarımda uyurken beni tamamlıyor. minik kalp atışları, mis gibi kokan nefesi, nefes alıp verişi, bana sarılışı, beni öpüşü.... yazarken bile ne çok özlüyorum...




neşeli bejna, sinirli bejna, obur bejna, iştahsız bejna, ağzındaki muzları halıya süren bejna, yedirdiğim makarnaları ağzından çıkarıp karoların üzerine dizen bejna, kalemle duvarları renklendiren bejna (oldukça renkli olan eğlenceli mutfak duvarını bile !), uyumayan bejna, banyodan kaçan bejna... ah bejna... nasıl anlatacağım seni bilemiyorum. ne yazsam bu duvara boş kalıyor sanki. yazıya sığındık da geldik buraya amaaa  babanı haklı mı çıkaracağız yoksa. kelimeler yetmeyecek mi sana.....

ne dersin kuzucuk, sonbahar mı yoksa?

21 Eylül 2011 Çarşamba

nasıl anlatsam, nerden başlasam...






uzun zamandır günlüğe yazmayınca, nereden başlayıp nasıl anlatacağım sorunsalı çıktı karşımıza... eh n'aapalım aklımıza geldiğince anlatacağız bejna hanımın 1 yaş sonrası yaşantısını. efenim, öncelikle doğumgünümüzü anlatalım. dayımız taaa pınarbaşı'ndan kalkıp geldi, dedemiz, babannemiz, selçuk amcamız, ingemiz (bejna yengesi nebahat abla'ya "innge" diyor da:)), barış abimiz, esra teyzemiz ve ufuk amcamız bejnacığın bu ilk doğumgününde bize eşlik ettiler. kendilerine buradan tekrar teşekkür ediyoruz :) benim tüm gerginliğime rağmen güzel bir gece oldu. bejnacık süslendi, püslendi hem de kendi isteğiyle. ona aldığım saç bandını almış eline kafasına koyup duruyor. annem hemencik bandı saçına takınca bizimki bir mutlu oldu, bir mutlu oldu. dayısının aldığı bileziği  takmış kolunu da havaya kaldırmış geziniyor, aynaya bakıp kendini seviyor filan. inanılmaz komik sahneler birbiri ardına akıp gidiyor işte. ben de akan sahnelerin peşinde toplayabildiklerimi bu günlüğe atıyorum.




doğum gününün akabinde 1 yaş aşısı için sağlık ocağına gittik. biz içeri girer girmez hemşire teyzeler hep bir ağızdan "aaa bejna gelmiş" diyerek kızımı kucaklarına alıverdiler. eeee, bejnanın canına minnet, mutluluktan dört köşe :) aradan o kadar zaman geçmesine rağmen kızımı unutmamış olmalarının da altını çizmek isterim elbet :)

derken günler günler geçti, annem gitti ben kızımla başbaşa kaldım evde... iyice bağlandık birbirimize, ilk doğduğu günlerdeki yapışık ikiz modumuza dönüverdik gene. e bu arada evlilik yıldönümümüzü de kutladık üçümüz :) canım kocacığım; iyi ki varsın... seni ve kuzucuğumu çok seviyorum ve hep beraber daha nice senelere diyorum.




tatil tatil diye sayıkladığımız gün gelip çattı, yağmurlu bir ankara gecesinde düşüverdik yola.. yolculuk güzel geçti, burdurda sabah mis gibi kahvaltımızı yapıp kalkan-patara prince otele vardık. bejna'nın otel odasına girdiği anki sevinci ise görülmeye değerdi. kendisi için hazırlanan bebek yatağının içinde işaret parmağıyla etrafı gösterip bize sürekli birşeyler  anlatmaya çalışıyordu "imme ime" diye.  kuzuk anlamıştı eğlenceli birşeyler olacağını. derken hazırlanıp havuzumuza indik, ama bejna'yı tutmak ne mümkün. mayo-bezini zor taktık, durmuyordu suya atlamak istiyordu bir an evvel. havuzdaki mutluluğunu siz düşünün artık. çocuk havuzundaki en minik insan benim kızımdı, dolayısıyla ilgi odağıydı. bu durum da bejna için artı bir sevinç kaynağı idi.




çocuk havuzunda bir başka çocuğun elinde gördüğü toplar için bağırıp ağlayan bejan'yı gören 3 yaşındaki dünya tatlısı berk yanıma gelerek bejanın ağlamasına dayanamyıp o çocuğun elinden topları kaptığı gibi bejna'ya getirdi. bir süre sonra bejna ve topların sahibi çocuk arasında mekik dokumaya başlayan berkciğin sırf bejna ağlamasın diye verdiği bu çabayı unutmak ne mümkün :)




yine bir akşam, henüz 22 aylık rüzgarın kendi kendine gitar çalmasıyla bejnanın coşması bir oldu. kuzucuklar el ele tutuşup "nan nan nan nan nannn" diye dans etmeye başladılar. bejnanın neşesine diyecek yoktu.  epey de bir izleyicisi oldu bu minik dans gösterisinin.

bejnanın yemek yemediğini gören 6 yaşındaki selen ise bejnaya yemek yedirme konusunda en az benim kadar inatçıydı. annesi nazlı hanıma "anneciğim, bejna aç, yemek yemiyor, hemen gidip onu doyurmam lazım" diye sabah kahvaltılarımıze eşlik ediyor  ve bejnaya yemek yedirmeye çalışıyordu. ah çocuklar, siz muhteşemsiniz...




bir de tekne gezimiz oldu ki, gezi boyunca kendime kızıp durdum, senin ne işin var, çocuklu kadın oldun artık, herşeye atlama diye... ama artık iş işten geçmişti ve teknedeydik. bejna teknede normalden daha hareketliydi, daha canlıydı. insan kalabalığı, deniz, minik köpecik ve saire ve saire.. ilgimizi doruğa çıkarmıştı. herkes onunla ilgilensin diye yapmadığı kalmadı. ben ise peşinde dinlenmeye-eğlenmeye gelmiş insanları daha fazla rahatsız etmesin diye ilgisini çekme kaygısı ile ordan oraya koşuşturup durdum. ingiliz bir hanımefendi de faruk ile benim bu çabama epey katkıda bulundu, yemek bile yedirdi.  bejna da bu ilgiden memnun sürekli bu hanımefendiye cilve yaptı.




anlatmam gereken bir diğer durum da bejna hanımın malına mülküne ne kadar düşkün olduğuna dair. patara plajına ikinci gidişimizde siyahi iki ailenin 10- 12, 16, 20 aylık bebekleri ile karşılaşıverdik. tabi hemencik koşar adım yanlarına vardık, çocuklar birbirlerini sevip oyuncaklar ile oynamaya başladılar. 16 aylık sevimli mi sevimli kıvır kıvır saçlı bir oğlan çocuğu bejnanın küreği ile oynamak istedi. ben de önemli değil oynasın deyip oradan ayrıldım ve kızımla kumlarda oynamaya başladık. bir süre sonra bejna ayağa kalkmak isteyip ellerimden tuttu ve bu sevimli çocuğa doğru koşmaya başladı. önce çocuğa güldü filan ardından elindeki mavi küreğimizi kaptığı gibi hızla uzaklaşmak istedi. bebecik arkamızdan ağlarken bejna hanım küreği kaptırmamanın sevinci ile koşturup durdu. ben mahcup, bejna mutlu tekrar oyunumuza döndük.




kalkan'da uzun bir süre kaldıysak da hem kalkan'ın zorlayıcı coğrafyası hem bejna bizi epey yordu ve biz bu yorgunlukla ankaraya dönmek istemedik. hal böyle olunca  gökavanın güzelliğine bıraktık kendimizi ve dinlendiğimize kani olana dek kaldık ve öylece döndük ankara'ya.

oldukca uzun bir yazı oldu galiba ama toparladım sayılır... hala günümüze gelemedik lakin çok yakında :)

19 Eylül 2011 Pazartesi

meybabaaa :)))

epey uzun zaman oldu. bu zamana neler sığdırmadık ki... doğumgünümüz, ilk tatilimiz, ilk deniz, ilk havuz, yürüme, ilk sözcükler, ilk dans, arkadaşlar, ilk tekne turu, anne sütüne veda ve daha neler neler....





nasıl anlatsak, nerden başlasak... bunların hepsi ayrı ayrı birer yazı konusu iken ben kızımın ilk sözcüklerinden sonuncusu olan meybaba ile başlamak istedim. dün sabah, dayımızın gönderdiği öğretici tırtıl ile oynarken bejna bir anda "meybaba" dedi ve beni tarifsiz  bir sevince boğdu. tırtılın en baştaki düğmesine basınca " merhaba" diye bir ses çıkıyor. düğmeye bastık, tırtıl merhaba deyip güldü, ardından da ben merhaba deyince bejna da "meybaba" deyiverdi. neyse ki bejna aynı sözcüğü 1-2 saat sonra anneannesine de söyleyince bunun tesadüfi bir durum olmadığı anlaşıldı.

uzun zamandır, anne, baba, imme, immemme, meme, mama, dede gibi sözcükleri sürekli tekrarlıyordu canikom. ama en çok baba diyor.... geçen gece misafirlerimize bejna'yı çekiştiriyordum, hep baba diyor, bi anne demedi filan derken bizimki hemencik beni yalancı çıkarırcasına üzerine bastıra bastıra "anne" deyip sırıtıverdi.




yazarken başka başka hareketleri geliyor aklıma onları da yazasım geliyor. geçtiğimiz cuma sabahı içli köfte yapan annemin dizinin dibinden ayrılmayan minnoş, köfte malzemelerine saldırıp avuç avuç yemeye çalıştı. temizlik yaparken de bana yardım etmek için kendi ıslak mendilini çıkarıp yerleri filan silmeye çalıştı. üzerini giydirdikten sonra pargüm şişesini alıp boynuna dayayarak sıkmaya çalılştı. gece arkadaşlarımız esra-ufuk çifti bizdeyken esranın yakında doğacak bebişine alınan patikleri elimizden kapıp ayakkabılığa koştu kuzucuk..

sanırım uzun süre geriden yazmaya devam edeceğim vakit buldukça. ammaa kızım hızla büyüyüp gelişirken nasıl yetişeceğimi de merak etmiyor değilim doğrusu ;))

22 Temmuz 2011 Cuma

doğum sancıları


 


başlığa bakıp da aldanmayın. doğum sancım olmadı. bu kendi kararımdı. fakat korkularım vardı elbet. ki bu korkunun kaynağı da özünde bebeğime bir şey olacak endişesiydi. neyse ki, hepsi geçti gitti, minik prenses sağlıkla geldi.

doğum öncesi kuşkusuz çok heyecanlıydım. doğum kendi kararım doğrultusunda sezeryan olacaktı. doktorum bu konuda hiç müdehale etmedi, ben ilk başta bize sürekli dikte edildiği üzere normal doğum diye tutturmuştum zaten. doktorum da kararım doğrultusunda hareket edip beni hiçbir şekilde yönlendirmedi. hep herşey bir söylem olarak başlayıp bir modaya dönüşüyor nedense. özellikle medyanın yönlendirmeleri kesinlikle irademizi sakatlıyor çoğu kez. zaman ilerlerken, normal doğum yapacağını söylemiş kiminle konuştuysam "doğum esnasında bi sorun çıktı sezeryana aldılar" lafını duymak da tesadüf olmamalıydı. demek artık çağ ilerliyor ve tıp birşeyleri düzene sokuyordu. sürekli insanların doğal olan en iyi diye kurduğu mantık çürümeye mahkumdu. ben de işimi şansa bırakıp bebeğimi tehlikeye sokmaktansa  ya da zaten zor olan bu meseleyi iyice karmaşık hale getirmektense kararı kendim vermeyi tercih ettim. son aylara doğru sezeryana yöneldim. bu konuda da çok fazla yazı-makale okudum. esasında hiçbiri tam olarak açıklayıcı değildi. ama en azından biraz fikrim oldu.

bu fikrimi doktoruma açıkladığımda hemen "tamam" demedi. bu da benim hoşuma gitti aslında. ben de çeşitli karşılaştırmalar yapıp fikrimi savununca o da kendi doğumunun sezeryanla gerçekleştiğini itiraf etti:) ve ekledi, kesinlikle insana reva bir durum değil, müthiş bir acı, dedi. ama sezeryan kararını madem kendin verdin, epidural olması yönünde de ben insiyatif kullanıyorum senin yerine ben karar veriyorum dedi. o esnada çok korkutum ama daha nasılsa zaman var diye üstünde de durmadım.

bu süreçte tesadüfen başka kadın doktorlarla da sezeryan konusunu konuşma olanağı buldum. mesela birisi ilk bebeğini normak ikincisini sezeryanla yaptığını söylemişti ve bana normal doğum yaptıran doktor kuşkusuz çok iyi bir doktordu ama kadın değildi şeklinde bir cümle kurmuştu. işte herşey bu cümlede saklı. tıp bu kadar ilerlemişken, normal doğumun kadına yapılan en büyük işkence olduğunu savunmuştu. ben ise doğru yolda olduğumu düşünüp bir kez daha rahatlamıştım.

derken doğum günü geldi, çattı. of nasıl korkuyorum, ya tam uyuşmazsa, ya bize birşey olursa diye. özellikle bebeğe birşey olabileceği gibi bir korku kafamdan hiç gitmiyordu. sabah erkenden gittik hastaneye, genel tetkiklerim yapıldı, serum takıldı. anestezist sürekli beni rahatlatmaya çalışıyordu ama ben heyecandan ve korkudan ölüyordum. hatta sürekli yok olmayacak, beni uyutun deyip duruyordum. artık vücudumun bir kısmı uyuşmuştu. ameliyathaneye geldiğimizde de ben hala mızmızlanıyordum. doktorlar, hemşireler hep etrafımda beni rahatlatmaya çalışıyorlar, saçımı okşuyorlar, şakalar yapıyorlardı. müzik de açtılar hafiften. sonra o anı fotoğraflamak için faruk'tan makineyi de getirdiler. o esnada başka bir hamile kadının tansiyonunun çok yüksek olması nedeniyle genel anestezi yapılacağını da duydum. demek ben ne kadar mızmızlansam da herşey yolundaymış.




hazırlıklar tamam olunca doktorum geldi. geldikten sonra sanıyorum ilk üç dakikada herşey olup bitti ve ben kızımın o tatlı ve de gür sesini duydum. tek hissettiğim doktorumun bir an karnıma bastırması oldu. o an "n'oooooooooluyor" diye garip hislere kapılacakken "ınga ınga ınga ınga" diye bir ses duydum. aaaaaaa sen miydin oooo deyiverdim. bunca zamandır beklediğimiz, hatta varoluşumuz kavradığımız anlardan beri hayallerini kurdumuğumuz, evcilik oyunlarımızın baş hayal kahramanı gözlerini açmıştı işte dünyaya..

tek gözü açık, capcanlı ve oldukça hareketli bir bebek katıldı aramıza. pek sinirliydi sanki ilkin rahatı bozuldu diye. doktorların hemşirelerin ellerini ittirmeler, hızlı hızlı ınga diye bağırmalar... derken hemencik yanıma koyuverdiler. nasıl güzel kokuyordu. tabi o esnada ameliyat devam ediyor, dikişlerim atılıyordu. ne büyük konformuş bu şekilde doğurmak diye düşündüm elbet.



 
bu sırada babacığın tansiyonu düşmüş, panikle kapıda bekliyormuş. hemencik yeşillere sarılmış bejna'yı görünce bir heyecan peşi sıra koşmuş. ardından da diğerleri... bebek odasına koyuvermiş hemşire.. oksijen vermişler, üzerini silip ilk cicilerini giydirmişler. bizimki de bir elini yukarı atmış ehlikeyif bir pozisyonda uykuya dalmış.

geçen günlerin ardından






zamana da bakın.... ne çabuk akmış gitmiş yüzlerce anıyla beraber. yarın bir sene olacak yukardaki fotoğraftaki mucizevi karşılaşmaya. ne büyük heyecandı onu içimde taşımak; hareketlerini hissetmek, geceleri onun tekmeleriyle uyanmak, mutlu olsun diye bol bol dondurma yahut çikolata yiyip onun içerde coşmasını izlemek ve daha neler neler... her yere beraber gidiyorduk, hep yanımdaydı. her sabah işe birlikte gelip gittik, sokakta beraber yürüdük, denize girdik, alış-veriş yaptık, yemekler yedik... ve nihayet prenses yüzünü gösterdi bize..

içimden çıktığı an, "ınga ınga ınga ınga..." diye hızlı hızlı, heyecanlı heyecanlı çıkan ilk ses, yanıma getirdiklerinde hissettiğim tarifsiz duygu, onun muhteşem kokusu, derken doktor ve hemşire ile cebelleşmesi, onların ellerini ittirmeye çalışması... doğanın en büyük mucizesi, hem de en büyük armağanıydı işte karşımdaki.

bu armağan aynı zamanda bizim en büyük hazinemiz. gün geçtikçe büyüyen, güzelleşen...
iyi varsın kuzum, iyi ki geldin aramıza...

14 Temmuz 2011 Perşembe

kuzucuğum...

canımın içi.... gece nasıl ateşler içindeydin. huysuzluk etmeye bile mecalin yoktu. saat 4'e doğru ateşin söndü de bir iki saat tatlı tatlı uyudun. uyandığında ateş yine sarmıştı vücudunu. dişlerin çıkıyor işte bebeğim. hiçbirşey kolay olmuyor hayatta. en güzel mamaları yiyebilmen için bu acıya katlanman gerekiyor işte. hayatın kıssacık bir özeti gibi yaşadığımız her detay.




yine günlükle arayı açmışız. eh bu süreçte epey iş hallettik. diş buğdayımızı yaptık, evimizi taşıdık, yerleştik, alıştık...

kızımın çıkan dişlerini elbet kutlamak gerekiyordu. anneannesi taaa mersin'den malzemeler getirmişti sırf bu kutlama için. biz de geleneğe uygun bir şekilde hazırladık diş buğdayını. akrabalarımız bu kutlamayı renklendirdi ve güzel bir gün geçirdik. herkese tek tek burdan teşekkür ediyorum, kuzen barış abimize de sevgiler gönderiyorum.




taşınma gecesi ilk kez kızımdan ayrı kaldık. ve buna rağmen ben yine uyuyamadım. her gözümü kapadığımda kuzucuğun sesleri çınladı kulağımda ince ince. ama bejna o geceyi oldukça rahat geçirmiş. gündüz de hiiiç sıkılmamış, kuzeni barışla oynamış, dedesi onu gezdirmiş derken günü atlatmışlar. ama akşam olup da lambalar yanmaya başlayınca kapıya dikmiş gözlerini. geldiğimizde ise bana pek de yüz vermedi kızım. çok sevinmiş görünmedi ama ilerleyen saatlerde babası dışında kim yanına yaklaşsa bastı çığlığı. demek ki bu ilk ayrılığı kafasına yazmış küçümen. ertesi sabah yine güllük gülistanlık bıraktık bejna'yı ama bu kez de anneannesi dışında kimselere gitmemiş. sarılmış anneanneye oturmuş gün boyu. ah, neyse ki biz de işleri halledip o günün akşamında artık yeni evimizde kavuştuk kuzucuğa. bu kez de yeni ev sendromu başladı kızımda. ortamın farklılığı onu bir parça huzursuz etti. özellikle de emeklerken yolunu kaybediyor olmak, koridorda yönünü karıştırmak sinirlendirdi miniciği. neyse o taşınma telaşı da bejnanın tedirginliği de artık geride kaldı, derken bu kez de yeni çıkacak dişlerimizin huzursuzluğu sardı bünyemizi.




çok az kaldı bir yaşımıza. kızım yeni yaşını yeni dişleriyle belki de yürüyerek karşılayacak. bilinmez gerçi. bir bebeğin yaşamında tüm değişiklikler aniden oluyor çünkü. hiçbir hareket yokken bir anda ayakta durmayı başarması, emeklemesi yahut aylar boyu diş sancısı çekerken bir anda beyaz incinin gün yüzüne çıkması gibi. şimdi de duvarlara vs tutunarak yürüyen kuzu, bir anda desteğe ihtiyaç duymayabilir. heyecanla bekliyoruz.

24 Haziran 2011 Cuma

birgün gittik adaya

birgün gittik adaya
cicicici adaya:)
köpeğimi kaybettim başladım ağlamaya :'(

diye küçümen hallerimizde söylediğimiz bir şarkı vardı. işte biz de birgün gittik adaya, cicicici adaya...




annemin mersine gittiği, benim de izinli olduğum hafta faruk'un istanbulda önemli bir duruşması vardı. ben izindeyken, bejna ile günler zaten muhteşem geçiyordu. çarşamba gecesi canım cocacığım geç bir vakitte yorgun argın işten geldiğinde bejna çoktan uyumuştu. daha amasra yorgunluğunu dahi üzerimizden atamamıştık ama cocacığımın istanbul teklifi benim enerji depolamama yetti. faruk, "bak hazırlanmamız, bejnanın ara uyanmaları vesaire derken uyuyamadan yola çıkmamız gerekebilir, emin misin" dediyse de istanbul düşü beni durduramadı.

eh haliye sabahın 4'ünde yola çıktığımızda bejnanın ara uyanmaları da hesaba katılırsa uyuyamadan düştük yola. hiiiç önemli değildi ama bu ayrıntı. zira önümüzde 4 gün vardı dinlenecek ve eğlenecek. bejna bile sabaha karşı üzerini giydirmeme itiraz etmedi, hatta gezmeye gidileceğini anlamışçasına tebessümü dahi yüzünden eksik etmedi. duruşmaya yetişme stresi ile birleşen yolculuk biraz zor geçtiyse de sağ salim bakırköy adliyesine vardığımızda herşey yolundaydı. duruşma saatinde orda olmamıza rağmen duruşma sırasının bize gelmesini beklemek saatler alabilirdi. ne yapsak diye düşündük, sonra sıranın uzun olmadığını görünce duruşma salonu civarında beklemeye karar verdik. tabi bejna hanım tüm adliyeyi başımıza topladı etrafa saçtığı gülücükleriyle. babacık duruşmada iken biz de pek sıkılmadık. avukat teyzeler, amcalar bizi yalnız bırakmadılar miniminicik bir bebeği sevme uğruna. derken babacığın ismini çağırdı mübaşir amca. fakat babacık bir türlü içerden çıkamadı. çoook uzun süren duruşmanın ardından kararımızı alıp çıktık, floryaya doğru yol aldık. eskiden dayımın bizi sıklıkla götürdüğü uludağ lokantasına gittik, biraz da nostalji olsun diye...





biraz nostaljinin ardından hafta içi olduğu için ve biz de ziyadesiyle yorgun olduğumuzdan sessiz sakin olduğunu düşündüğümüz büyükadaya gidip biraz dinlenmeye karar verdik. sonrasında eş, dost, akraba ziyaretleri yaparız dedik. atladık bostancı vapuruna indik adaya. hiç sorgulamaksızın, yıllar önce kurulmuş bir düşü canlandırmak adına splendid palas'ta aldık soluğu. konfordan ne kadar uzak olursa olsun, yaşanmışlık kokan bu otel, bizi geçmişin romantizmi ile buluşturdu. yüzyıllardır kurulmuş tüm düşleri bize tattırdı. bir otelden ziyade bir müzede kalmış gibi hissettik kendimizi.




ada sokaklarında geçmişin kokusu ve dokusu eşliğinde uzun bir yürüyüş, ardından missss gibi deniz kokusu eşliğinde yenilen balık, deniz.... bu noktada eklemek gerekir ki, bejna yine çok canlıydı ve yerinde oturtmak mümkün olmadı. gördüğü her kedinin peşinden koşmak, duyduğu her çocuk sesini takip etmek isteği bizim yorgun bünyemizi adeta felç etti. eh, yemeğin ardından otele dönmek de bu noktada farz oldu.





hafta içi olmasına rağmen adanın o kalabalık hali, faytondan geçilmeyen dar sokakları, yapılan sevimsiz iskele, insanların anlayıştan uzak, saygısız tavırları bizi dinlendirmek yerine yordu, hayal kırıklığına uğrattı. tüm bunlara bejnanın huysuzlukları da eklenince gerisin geri tüm planları iptal edip ankara yolunu tuttuk. ben istanbuldan hiçbir zaman bu kadar istekle ayrılmamıştım. ama minik yaramaz demek ki gerçekten çok minikti ve onunla gezi planı yapmak pek de akıllıca değildi. bunu da öğrenmiş olduk, tecrübe defterimize not ettik...

8 Haziran 2011 Çarşamba

amasra

sürekli oyun isteyen, uykuyu hiç sevmeyen, elinden gelse gece bile uyumayıp hoplayıp zıplamak isteyen bir bebeğiniz varsa günlüğü de geriden tutmak zorunda kalırsınız benim gibi..





bundan iki hafta önce kışın kasvetinden kurtulup biraz nefes almak üzere bir cumartesi sabahı amasra'ya doğru yol aldık. kaygılıydık, çünkü araba yolculuğunu sevmeyen bejna'nın sağo solu belli olmazdı. en son 4 aylıkken izmir taraflarına gittiğimizde bizi hiç üzmemişti ama o zamandan bu zamana da çok şey değişmişti. mesela bejna'nın algıları. gerçi algıları hep açık bir bebekti ama içinde bulunduğu ayın da etkileri büyük. zira en meraklı evremizdeyiz. neyse lafı çok uzattım, bejna bize rahat bir yolculuk yaşattı. eh biz de biraz rahatladık.

otelimize vardığımızda da keyfimize diyecek yoktu. konumu, doğası, odalarının ferhalığı ile grand kirazlar bundan sonra da ilk tercihimiz olacak. bu konuda amasra'da bize ev sahipliği eden dostlarımız ayfer hanım ve ercan beye de teşekkür etmeliyiz. otele yerleştikten sonra amasra'yı turlayıp bir yemek molası verdiğimizde de bejna uyumlu haliyle bize ümit vaadetmeye devam etti. yemek esnasında insanların bakışları yine üzerimizdeydi. aralarında konuşurken "arabadaki bebeğin gözleri çoook güzel" şeklinde cümleler duymak bizi mutlu etti. evet kızımın gözleri çook güzel ama bence onları güzel ve anlamlı kılan içten ve gülen bakışları. insanlara öyle güzel bakıyor ki, bu bakışlarıyla ışık saçıyor adeta etrafa. bu bakışlar bazen meraklı, bazen alaycı, bazen dikkatli ama her seferinde içten ve ışıklı..

ardından bir çay bahçesine gittik. orada otururken de bakışlarıyla kızım herkesleri bizim masaya davet etti. kızımla ilgilenmez görünen insanların bile konuşmalarında kızımdan söz ettiklerini duyuyorduk. eh bunlardan bir tanesi hem cocacığımın hem de benim gönlümü aldı. konuşma içeriği kızımın hangimize benzediğine dairdi. birisi bana benzetirken, diğer hayır hayır aynı babası diyordu. eh demek ki kızım aslında her ikimize de çok benziyordu.





bejna tabi kedilerin, kuşların, çocukların, topların, balonların peşinden koşa koşa mutluluğun zirvesine vardı. bu durum bize de rahat bir akşam geçireceğimiz konusunda işaret vermiş oldu. neticede çok yorulmuş olan bejna akşama uyuyacak biz de doğanın tadına varacaktık. akşam yemek vakti geldi, yemek yiyeceğimiz yere gittik filan derken... bejna başladı huysuzlanmaya. yine tüm ilgiyi kendisine çekti, herkese gülücükler dağıttı ama bundan payını alamayan tek ben oldum. olur olmaz yerde emmek istedi, üstümüzü kapamama müsade etmedi, ortamı yadırgayıp düzgün emmedi, ağladı derken güzelim akşam yemeğinden bir tad alamadık. ama gece 12'de muhakkak uyur dediğimiz için gece bir başka plan yapıldı. uyumuş olan kızımı anneanneye bırakıp bir iki saat kafa dinleyecektik. otele geldik ve bejna'yı uyutmaya çalıştık. uyudu ama birazcık bekleyip duruma bakmaya karar verdik. bir yarım saat sonra annemin odasına gittiğimde "anniiii, anniiii" diye bağıran kızımın sesini duydum. evet, bu planı da iptal ettik, odamıza döndük ve sabaha kadar uyumadık :( ortamın değişikliği bejna'nın tüm algılarını açmıştı. güzelim odamızın manzarasına bile bakamadım. sabah kendimize gelebilmek için kendimizi kahvaltıya verdik. bejna ise aynı enerji ve keyifle güne devam etti. kahvaltı esnasında da göz teması kurduğu herkesi masamıza davet etti. biz de birazcık kendimize gelip safranboluya doğru yol aldık.

safranbolu'da da bejna aynı enerji ve neşeyle etrafa gülücükler saçmaya devam etti. öyle ki, insanlar dayanamayıp bejna'nın fotoğraflarını çekmeye başladılar:)) fotoğraf makinesini gören bejna'da çeşit çeşit pozlar vedi elbet.





ankara'nın aksine amasra'da da safranbolu'da da hava güzeldi. bu da bizim tek tesellimiz oldu. ama bundan sonra bejna ile yapacağımız gezi, tatil vesaire konusunda bir karamsarlığa kapıldık. bakalım bundan sonra neler yapacak?
bekleyelim, görelim :)