Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Feride

Feride... güzeller güzeli Feride. diğer adı Nanû... sanıyorum bebek demekmiş çerkesce. bebek gibiydi benim feridem. onu hep gül kokusuyla hatırlarım nedense.. yaptığı gül reçelleri, gül şurupları, gül yanağı... ne çok severdim onu, ne çok severdi beni... 




onun bu topraklardaki hikayesi bundan çok daha evvel başlamıştı. doğmadan evvel kaderi çizilenlerden.. kaderine sürgün ve soykırım düşenlerden. doğmadan çok önce başlayan hikayesi ana vatanı kuzey kafkasya'ya uzanır onun... taaa ki insanlık tarihinin kara lekelerinden kafkas halklarının bir hiç uğruna kırıldığı, nehirlerin, dağların, ovaların kan gölüne döndüğü, gemilerle karadenizin kara sularında sonsuz bir göçe zorlandığı büyük sürgün ile bu topraklara gelene kadar. 1864 yılında  büyük sürgünde dedesi Tercüman Ahmed öncülüğünde gelmiş ailesi ve yerleşmişler buralara. nanû hep dedesinin türkçe bilen az sayıda kimseden ve bey sınıfından bir kişi olduğu için kafilelerin ne şekilde iskân edileceği konusunda söz sahibi olduğunu anlatırdı. ne kadar doğrudur bilinmez elbet. ama doğru olan şu ki; 152 yıllık süren ve dinmeyen soykırımın acısı hala belleklerde taptaze. Nanû'nun daha birkaç saat önce yüreğimde bıraktığı acı gibi...(yazıyı geç yayımlıyorum. sonsuz yolculuğuna 28 haziran gecesi çıktı) 

dedeleri gelen kafileleri uzunyayla'da çeşitli köylere yerleştirmisler kendilerine de babugoy'u yurt edinmişler... denilen o ki bu sorumluluğu alan dedeleri, en güzel köylere kafileleri yerleştirdikten sonra kalan köyü kendilerine yurt edinmişler. ayıp olmasın en güzel yere kendileri yerleşti denmesin diye böyle bir tercihte bulunmuşlar. tercih ettikleri  babugoy meğer pek de güzel değilmiş. nanû'nun babası isa çavuş ile annesi mahicet hanım mutluymuslar ama... çoğu çerkes gibi severek ve kaçarak evlenmişler. isa çavuş eğitimini yarıda bırakıp kendini ailesine adamış... ne denli büyük bir sevgi ile örülü ise kurduğu yuva nanu hep özlem ve mutlulukla andı onları. ama babasına ayrı düşkündü, canı yansa "oy babam" diye inlerdi... nasıl özlerdi babasını... ne güzel hikayeler anlatırdı babasına dair. 

başka hikayeler de anlatırdı elbet. ilk aşkı ibrahim'i anlatırdı bazan. onunla katıldığı at yarışlarını, gri tayını, at yarışlarında hep birinci geldiğini, gençliğini, hayallerini... ne güzel olurdu onu dinlemek usul usul... yumuşacık sarılıverirdim koynuna, hep ama hep güzel kokardı. hep ama hep güzeldi o. yanakları gül gibiydi. dedem nasıl aşıktı ona, nasıl severdi. o hastayken yemeden içmeden kesilirdi. elini avucuna alır, gözünün içine bakar iyileşsin diye beklerdi saatlerce gözleri dolu dolu... hele birisinde; dedem sağlık karnesini kaybetmiş, emekli sandığına bir dilekçe yazmış; "eşim feride hasta olduğu için ben üzüntü ve kederimden sağlık karnemi kaybettim" diye. öyle güzel sevdiler birbirlerini... o sevgi bizleri doğurdu büyüttü işte... o sevgi bejna ile zeyno'nun yapıtaşlarında hala... dedemin anneanneme yazdığı şiirler bejna ile zeyno'nun gözlerinde işte... 




nasıl bir koca çınardı feridem... ne güzel kök saldı buralara. babasının kara kızı feride, gurbette ne güzel bir hayat ördü kendine.. güzelliklerle donattı yaşamını, geriye bizleri bıraktı bir de içimize sığmayan sevgisini... küçük bir çocukken gözlerine bakar hüzünlenirdim bazan ve o ölürse dayanamam der içten içe ağlardım... işte o çocukluk korkum başıma geldi bir haziran gecesinde... bitmişti bir anda sanki herşey, tüm yaşanılanlar, biriktirdiğimiz güzel anılar...

oysa aşk hiç biter mi... bitmez elbet. form değiştirir sadece. bizler onun form değiştirmiş hali değil miyiz bir biçimde... ışıklar içinde uyu güzelim feridem... 


2 Ağustos 2016 Salı

sevinç

sevinç sözcüğü eskiden pek bir sıradan gelir idi... şimdi ise daha doğrusu miladımız bejna ile birlikte bu sözcüğün tılsımına eriştim... gülücükleri, sevinç onların.



her sabah beş buçuk altı civarı uyanır zeyno ve saat dokuza dek vakit geçiririz onunla herkesler uyur iken.. yatağında uyanıklık ile uyku arasında debelenirken o kıpırtısına uyanırım ve kucağıma alıveririm.. acıkmıştır yahut susamış.. hemen karnını doyururum, o sırada gözler kapanır uyku moduna geçiyor sanırım. ama karnı doyar doymaz o muhteşem gözlerini diker ve bana bakar. işte o an sevinçtir.... sevinç devam eder; gözlerime bakıp gülmelere başlar, sohbetler eder benle... hatta "anne" der :) demez de çıkardığı ses tam da odur. o an içim içime sığmaz. biraz gülücük ardından sohbet derken sesinin tonu yükselir. işte bu "beni kucağına al anne" demektir. kucakta evi tavaf ederiz, gene sohbetler ederiz. pencere önü onu pek mutlu eder ve pozisyon değiştirmek ister. ben de yüzü dışa gelecek biçimde tutarım onu bu kez. o gözler etrafı inceler de inceler... ne sevimlidir, anlatmaya hiçbir sözcük kabil değil! o minicik ayakların hareketi yüzünün edası "bu an hiç bitmesin" dedirtir... derkeeeeen muhteşem bejna uyanır ve yumuk yumuk gözlerle ilk yaptığı şey zeyno'sunu sevmek olur. gelir hemen okşar yanağını, güzel sözleriyle kardeşini avutur. işte o an benim papucum dama atılmıştır. zeyno ablası ile aşık olunası muhabbete başlar. zeyno bejna'ya bejna zeyno'ya öyle güzel bakarlar ki ikisinin gözlerinin içi de güler. sevinçtir işte bu! hem ne büyük bir sevinç! anlatılmaz bir coşku... kapılıveririm o coşku seline ben de...

dışarda dünya yanmış, şehrin üstünden bombalar geçmiş, etraf toz duman olmuş unutuveririm. unutuveririm gündelik tasaları. bulutların üzerine çıkarım sanki. sanki bulutların yumuşacık karnında pespembe hayaller içinde dolanan çocuk oluveririm birden... aklıma bejna'nın bebekliği gelir... zeyno'nun beş beş buçuk gibi kalkıp yaşattığı bu sevinci bundan 6 yıl evvel bejna'nın her sabah al altı buçukta yaşattığı anlar gelir aklıma.. onunla evde dolaşmalarımız, sohbetlerimiz, gülücüklerimiz gelir aklıma... şaşıveririm o an bejna'nın abla olmuş hallerine... hepsi sevinç işte bunların..

zeynom bejna'nın bebekliğinin ikizi gibi resmen. o kadar çok benziyor ki ablasına dejavu gibi geliyor bana bazı anlar. zeyno doğduğunda bejna'dan 10 gram fazla idi sadece, boyları ebatları tıpkısının aynı. hala kilo alım hızları da aynı gidiyor, zeyno bejna'dan hala 10 gram önde :) bir de bejna'nın bebeklik kıyafetlerini giydirdik mi anılar bize hep taze  ;)

zeyno'nun bir diğer farkı ve şansı da bejna gibi ablası olması elbette.. zeyno ablasının peşinde gezmedik yer bırakmadı yahu! "zeyno'nun gezi rehberi" başlıklı yazımız bir sonraki günlerde yayıma girecek; daha oraya gelmedik! lakin kısaca ablasının okuluna yaptığı geziler var, ablasının resim sergisi, ablasının yıl sonu kutlamaları, ablasının arkadaşlarıyla buluşmalar, havuz sefaları, düğün-dernekler, yemekler, kahvaltılar var. bazan zeyno'yu çok mu yoruyorum acaba diye de düşünmeden edemiyorum. kuzucuk içinden "abi biz nereye tükkan açtık böyle yahu! kadın yerinde durmuyor habire bir aksiyon, alıyor kucağına koştur babam koştur, böyle hayat mı olur be! bi gün de kır dizini evinde otur" diyor mudur acep? ne dersiniz a dostlar! bu sevinç başka nasıl yaşanır... her sabah gözlerini dikip masum bakışlarıyla beni benden alan bu sevinç nasıl yaşanır!