Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Nisan 2011 Çarşamba

sabah türküsü

"......ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
bir iner bir çıkarım bu yokuşu
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
kazanırım çocuklarıma ekmek parası....."

a.kadir'in bu güzel dizeleri ne çok şey anlatır...
sabah evden çıkarken birden mırıldanmaya başladım bu bestelenmiş sözleri ve içime tatlı bir huzur doldu...
belli ki işe gidişimin bir nedeni de kuzucuğumdu...

dağınık bir yazı olacak belki, belki bir yerlerden bir yerlere zıplayıverecek cümleler. bilemiyorum şu an... belki bulutların yüklü olduğu melankolik havanın bir etkisi vardır üzerimde... bunu da bilemiyorum... ama birşeyler yazmak istiyorum, bu belli.

"...yaz - mak..."

yazmak rahatlatır insanı ve bu yüzden de yazıya sığınır insan. sözler, uçup gitmesin isteriz çoğu kez.. içimizden geçenler, yaşadıklarımız... unutmak istemeyiz yaşadıklarımızı. kimimiz üzüntüleri unutmak istercesine güzellikleri taşır yazısına, kimimiz de bir daha bizi bulmasın dercesine acı anıları yazar. ya da isyanlarımızı yazarız bir köşeye... benim ilk gençlik yıllarımda illaki şiir yazardık, illaki bir günlüğümüz olurdu. isyanlarımızı, aşklarımızı, anılarımızı, ideallerimizi paylaşırdık kelimeler aracılığıyla...günümüz teknolojisi ise bu ihtiyacı destekleyici bir rol üstlenmiş durumda. artık hepimiz yazar olduk! sanal sözlük yazarıyız kimimiz, kimimiz twitliyoruz hayatın ayrıntılarını. yahut facebook, yahut msn'ye kişisel iletiler yazıyoruz. zira, felsefi laflar etmeyi pek seviyoruz. hem siyaset de yapıyoruz. kimi de ben gibi kişisel bloglarda yazıyor; yemek olsun, bebek olsun bir konu buluveriyoruz kendimizi ifade edebilecek.



bebeğim dedim ben de yazıya girişirken. zira onun hallerini zihinsel kayıt altına almak güç olduğundan ve unutmak insana mahsus olduğundan, "Verba volant, scripta manent" sözünü her daim ilke edindiğimden bir günlük tutmak istedim.

kuzucuk artık 9 aylık. her halinin ayrı bir güzelliği var elbet ama zaman ilerledikçe daha da güzel, daha da şirin oluyorlar işte. geçmiş aylardaki fotoğraf ve videolarıyla kıyasladıkça "vaaaaay be" demekten kendini alamıyor insan. bejna şimdilerde yürüme sevdasında. henüz beceremese de, elinden tuttuğumuz her anı değerlendiriyor ve kendini yollara vuruyor. bir anda ayağa kalkıp yerde koşar adım yürümeye çalışıyor, bir yerlere yetişmeye çalışırcasına. elbet yetişmek istediği hayatın ta kendisi.. ah bir yürüyebilse, ah bir koşabilse neler var keşfedilecek şu hayatta değil mi? bizler acaba ne zaman kaybettik bu arzumuzu bilmiyorum. ama onun bu heyecanı hayatı yeniden tattırıyor insana, keşfetme arzusunu güdülüyor durmadan. oynamak, gülmek, herşeyi karıştırmak, bir de yürümeyi becerebilmek... bejnanın dokuz aylık hayat özeti işte. keşke bir de buna yemek yemeyi ekleyebilseydik. günü gününe uymuyor bu konuda. gün boyu aç kalmayı tercih edioyor bazen o mamaları yemektense. içim acıyor, üzülüyorum o yemedikçe, ama zorlamak da istemiyorum inatlaşmasın diye. zor bir süreç olacağa benziyor bu yemek meselesi.. ne vakit, nasıl çözeriz bilemiyorum. belki bir yaşından sonra her şeyden yiyebileceği bir döneme girdiğimizde bu durum değişir.

gece babasının omzunda uyumaya çalışırken, sabah uyandığında, emerken, anneannesini ilk gördüğünde, el sallayıp beni işe uğurlarken zinde ve neşeliydi. kimbilir neelr neler geçiyor aklından, ne hisler taşıyor içinde... şimdi evde belki uyuyor tatlı rüyalar eşliğinde, belki de en çılgın oyunları oynuyor anneannesiyle birlikte.

15 Nisan 2011 Cuma

yaz yaz yaz bir kenara yaz bütün hallerimi




evde yazacak vakit olmayınca ben de işyerinden yazıyorum.
ama meclisteki bilgisayarlardan bloguma giremediğim gibi resim de yükleyemiyorum. evde ise bejna ile vakit geçirmek ve o uyuyunca da onunla daha sağlıklı vakit geçirmek adına uykuya teslim olmak yazmamı engelliyor. hal böyle olunca da bejnanın hallerini günlüğümle paylaşamıyorum. kızım gün be gün büyürken ve hallerine haller eklenirken sayfalar boş kalıyor.
kızım neredeyse 9 aylık olacak. artık ayağa kalkıyor ve bir iki adım da olsa adım atıyor. emeklemedi henüz. belki emeklemeden yürür, bilemiyorum. ama şu an ayağa kalkabiliyor olmak kızımı çok mutlu ediyor. oturmayı yeni öğrendiğinde, geceleri onu yatağında oturur vaziyette buluyordum. bejna hanım oturup kendi kendine battaniyesiyle ya da yorganıyla oynuyor oluyordu onu kontrole gittiğimde. şimdi ise işi ilerlettik. artık uyanınca ayaktayız. beşiğinin korkuluklarından yardım alıp ayağa kalkıveriyor bızdık.
eh ben de madem kızım yürümek istiyor diyerek ilk adım ayakkabısı aldım ona. ama giydirmek ne mümkün! bejna hanım ayakkabılara pek asabi davrandı. giymek şöyle dursun ayakkabıları görünce bile başlıyor kızgın kızgın ağlamaya... korkusunu yensin diye biz de çeşitli numaralar deniyoruz, bakalım kim üstün gelecek?


canım kızım.. ben işyerindeyim, o evde anneannesiyle birlikte. işyerindeyken öyle özlüyorum ki onu... kokusunu, bakışını, tenini... eve gidince olabildiğince çok vakit geçirmeye çalışıyorum onunla. o da son iki haftadır benimle en azından geceleri daha çok vakit geçirmek istercesine ya çok sık uyanıyor ya da sabaha karşı hep kucağımda uyumak istyior. yatağına koyunca sinirli bir çığlık atıveriyor. ben de kıyamayınca sabah beşbuçuktan uyanma vaktimize kadar kucak kucağa bir hal alıyoruz. "ben çok yeniyim bu dünyada, anneciğim beni yalnız bırakma" dercesine bırakmıyor beni. sabahları bir kaç saat özlem gideriyoruz adeta kızımla. eh ben de işe kol, bel ağrıları ile geliyorum.
akşamları evde ailecek oyunlar oynuyoruz, kovalamaca, ce, saklambaç türevi. zaten oyunu genelde bejna kuruyor, bizler dahil oluyoruz. eğer ce oynamak istiyorsa oyun oynamak istediği kişiye uzun uzun bakıp göz temasını yakalayınca başlıyor gülmeye... ya da birinin kucağındayken bir diğerimize bakıp kovalamaca oyununa zemin hazırlıyor. zaten bebecik bir kişiyle yetinmiyor. eğer birimizin kucağındaysa diğer kişiler ilgi sahasında oluyor. kucakta tutan ise genelde avcunu yalıyor. bazen de eline geçirdiği anlamsız bir nesneyle ilgilenmeyi tercih ediyor. böyle zamanlarda ne yapsanız boş... o anlamsız nesne bejnanın en önemli oyuncağı oluveriyor.
bu hallerine bakıp hayaller kuruyorum bazen. yürüyeceği, konuşacağı günleri bekliyorum merakla.. miniminicik insan yavrusu ne aşamalardan geçiyor tanrım. bazen çok çabuk geçiyor zaman bazense duruyor adeta.. geçen sene bu vakitler içimde kıpır kıpır oyanayan yavrucak, şimdi yürümeye çalışıyor, oyunlar oynuyor bizimle. ne büyük bir mucize bu...

1 Nisan 2011 Cuma

balon



ülkemin yasaklı günleri...

epeydir bloglar kapalıydı, biliyorsunuz. hergün kendi bloguma tıkladığımda "...mahkeme kararı ile engellenmiştir" yazısını görmek ürkütücüydü gerçekten. bebeğimle ilgili yazdığım yazıların olduğu blog kapalıydı işte. geldiğimiz son nokta bu olsa gerek diye bir cümle kuracakken daha gün ışığına çıkmamış bir kitabın yasaklanışı geldi aklıma. e bu noktada mecburen susuyorum ben de uzun uzun...



yazıya da ne güzel bir başlık atmıştım oysa. balon demiştim... balon küçükken ben en sevdiğim oyuncaklardan birisiydi... şişirmek, top gibi hoplatmak, patlatmak, patlayınca patlamış kısımlarından kirazcıklar yapmak.. geçen gün bejna ile oyun oynarken minik bir poşeti şişirip balon yapınca hatırladım balonla oynadığım günleri. bejna bir heyecenla yaptığım balonla oynamaya başlayınca ben de yeniden balonlu günlerime döndüm. demek ki balondan aldığım zevki unutalı büyümüştüm..

kaç yıl olmuştu büyüyeli? heyecanları unutup yaşam telaşına düşeli? karda yerlere yatmayalı? balondan kiraz yapmayalı? kirazdan küpe yapmayalı? gelincikten bebek? hayaller kurmayalı? çiçek toplamayalı? uçurtma uçurmayalı? ebemkuşağının altından geçmeye çalışmayalı? çamurlara batıp çıkmayalı? yaz günü şaka olsun diye kışlık kıyafetleri giyip, bereleri takıp yollara düşmeyeli? yolun ortasına oturup sarma dolma yemeyeli? kalabalığın ortasında yerlere uzanıp düşler kurmayalı? bisikletten düşüp kafa göz yarmayalı? komşu bahçeden dut aşırmayalı? çiçekleri yemeyeli? çocuk olmayı unutalı kaç yıl olmuştu acaba...

gün olur hep çocuk olursunuz, gün olur çocuk olduğunuzu unutursunuz... sanırım dünyanın anlamsız dengesi böyle. ama gün olur, çocuğunuz olur yeniden çocuk olursunuz. işte o andır hayata yeniden başladığınız an...