Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ekim 2011 Pazartesi

sarı şeker

sarı şekerim günden güne büyüyor. hatta dün "baba ninni" diyerek babacığın uyuyor olduğunu anlatmaya çalıştı şekercik. şu an onunla sohbet edebilmeyi ne çok isterdim. çok özlüyorum yanımda olmadığında. sanırım çalışan anne olmanın en acımasız yanı bu. onun sarı bukleleriyle oynamayı, şakalaşmayı, oyunlar oynamayı.. sıccacık tenini hissetmeyi...ertelemek zorunda kalmak!
















akşam olacak, eve gideceğiz birazdan. sarı bukleli şeker karşılayacak bizi anneannesiyle, kendi deyimi ile "anne"siyle.. sonra etrafımızda dönmeye başlayacak. çekmeceleri karıştırmak, çamaşırları yere yığmak, takılarımı tokalarımı etrafa dağıtmak isteyecek. sonra "mammaa" yiyeceğiz, biraz oyun.... uykumuz gelecek, sütümüzü içeceğiz, ben masal anlatırken o tatlı bir uykuya dalacak..

günle böyle geçerken, kızım da büyüyecek. konuşmak en büyük hevesi. anneannesine de "anne" diyor, bana da. geçenlerde bana "ünya" deyip duruyordu, unuttu yine "anne" diyor. saçları da uzadı biraz, tepesinde minik bir saç örgüsüyle dolaşıyor. geçen cumartesi mutfakta kürdanı keşfetti. dolabın kapağını açıp kürdan kabını aldığı gibi kaçıverdi yanımdan. hem ne kaçış. anneanneye verip kapağını açmasını istemiş. en komiği de, annemin "ne yapacaksın onları" sorusunun üzerine eliyle dişlerini gösterip karıştırıyor gibi yapması oldu. e tabi şimdi her hareketi taklit üzerine kurulu. bazan gelip sarılıyor bana ve öpüyor. o anlarda daha çok farkediyorum, hayatı ona bizim öğreteceğimizi. sevmeyi de bizden öğrenecek, belki sevmemeyi de. işte bu anlarda bir çocuk yetiştirmenin ne kadar ince bir iş olduğunu yeniden yeniden düşünüyorum. evet, yaşama dair olumlu-olumsuz herşeyi bizden öğrenecek ve yolunu bu öğrendikleri ile çizecek. bu çok heyecan verici bir durum belki ama bir o kadar da hassas. yüzyılların kaygısını taşıma sırası şimdi de bizde işte..

yine dağıttım meseleyi.. ne yapalım kaygı da lazım bünyeye :) işte böyle sevgili günlük.. dün bejnanın amcasına gitmiştik, kuzeni barış ile oyunlar oynadı, hatta onun elindeki oyuncak tavuğu almak için üzerine tırmanırken gördüm bejna'yı. vayyy be, dedim şu bacaksıza da bakın, istediğini elde etmek için her yolu deniyor. hayat mücadelesi bu, kolay değil elbet! yaş ne olursa olsun..

9 Ekim 2011 Pazar

bejna'lı muffinler...















bu eller elma yemiyor, tırtıklayıp atıyor, havuuuç? hiç sevmiyor... üstelik bir de iştahsıııız... iyi bari bir de muffin deneyelim hem eğlenceli gelebilir dedim. işte "bejna'lı muffin" tarifi!















Malzemeler:

1 adet elma,
1 adet havuç,
1 avuç ceviz,
1 yumurta
2 yemek kaşığı pekmez,
Az biraz şeker
Aldığı kadar un,
Az biraz sıvıyağ,
1 çay kaşığı karbonat,
1 çay kaşığı tarçın,
1 yemek kaşığı yoğurt,
Yarım çay bardağı süt.

Yapılışı:

Havuç rendelenir, elma rendelenir, ceviz neredeyse un haline getirilir. Bu karışıma yumurta, pekmez,yağ, şeker,yoğurt, süt, karbonat, un, tarçın eklenip muffin kalıplarına paylaştırılır ve 180 derece ısıda pişirilir.

sooonra daaaa bejna hanım tarafından afiyetle yenir. öyle ki ılımasını bile beklemeden saldırdı.
happur huppur yedi.




afiyetle...

fotoğraf anlatır...

"yaklaşmayın banaaaaa!

"şapkadan bejna çıktı"

"en tatlı uykularda"

"bi süre burda yaşamaya karar verdim ben"

"filmin en heyecanlı yeri"

"a aaaa! bak şu luli'nin yaptığınaaaa"

"yaaa galiba biticek birazdan"

"hımmmmm"

"iyi barii, luli'ye de ders olsun bence"

"uykum gelmiş, biri gelip beni uyutsa ya,neyse filmi bitirdim en sonunda"

7 Ekim 2011 Cuma

zam(an)ların sebatsızlığı





anlaşılan içime dert olmuş zaman mefhumunun istikrarsızlığı, "an"ları benden acımasızca çalışı..
işteyim, işlerim var. peki ben ne yapıyorum. yazıyorum, içimi döküp rahatlayayım diyorum... eve gittiğimde benim ilgime acıkmış bejna görüntüsünden muzdaribim. ben mutfakta birşeyler yaparken eteğimden tutunup etrafımda gezen bejna'nın bu halleri hayatı sorgulatıp duruyor bana.

sabahları uyanıyoruz, kuzucukla yatakta debelenip oynuyoruz bir süre.. ardından yeni güne başlama hazırlıkları, ardından mama yedirme seramonileri ki bu kısmı ben yetiştiremeyip, hatta beceremeyip anneme devredip hoooooop işe uçuyorum. akşam yorgun argın gelince hemmen onu kucağıma alıp özlem gideriyorum. yemek vesaire derken yeninden enerji toplayıp odasında oyuncaklarla oyuna dalıyoruz. ancak bu çok da uzun sürmüyor. çünkü bejna koşturmacalı oyunlar istiyor. amanın aman, bir iki kovalamaca oynuyoruz uyku bastırıyor beni. bejna'da ise uykunun en ufak bir emaresi dahi olmuyor. bu sırada babacık devralıp bir iki de o koşturuyor hem  yorulsun gece iyi uyusun mantığıyla da.... dadadaddadaa bejna hem de deliksiz... en deliksiz uykusu bile 2 saatcik. uyansın, doyur, uyut, uyansın, doyur, çığlık, uyut, uyansın, gevezelik etmek istesin, uyut....

bu sabah yine çok neşeli uyandı, gevezelik de ettik biraz (de-da baba memmee anne şeklinde konuşmalar geçti aramızda:p) ama bir kaç dakika odadan ayrılmam ufak çaplı bir kıyamete neden oldu yine. ancaaak, bu kıyamet bize bejnanın azı dişinin de çıkmış olduğunu göstermiş oldu :) eh, ağzını her zaman bu kadar çok açmıyor ;) ilk dişlerini de geçirdiği soğuk algınlığından  dolayı gittiğimiz doktorun bejna'nın ağzını kocaman açmasıyla görmüş idik.

dün de yine doktordaydık, ama bu kez hiçbirşey göremedik zira bejna'nın zaptı pek zordu. ailece hepimiz şu grip salgınından nasibimiz alınca evde ne kadar maskelerle dolaşmaya çalıştıysak da bejnanın hastalık kapmaması kaçınılmazdı. o da minik minik hapşırıklar, çiğ damlası gibi sümükler, küt küt öksürüklerle mevsimi karşıladı. hemmen koştuk doktora, tabi gülen bejna'yı gören kimse gene inanmadı onun hasta olduğuna.

yaz yaz yaz bitmeeeeez ama bir kenarda dursun bunlar. yanılırsak bakarız ilerde...

6 Ekim 2011 Perşembe

sonbahar






sonbaharmış ...

gökyüzü apaçıkmış ...

sanıldığının aksine mevsim hüzün değil, sarı-kırmızı bazan pembe yapraklarmış.

hem de sonbahar en çok ankaraya yaraşırmış.

madem öyleymiş, bir fincan kahve eşliğinde camdan dışarıyı seyretmeli
yahut
serin esen rüzgarın verdiği ürpertiyi koynumuza alıp kuruyan yapraklar üzerinde alabildiğine yürümeliymiş...
yahut loş bir pubda dışarıyı seyretmek şartıyla bir bardak buz gibi bira içip geçen yazı gelecek karı düşlemeliymiş...

bir de hızla büyüyen bejna'yı ilerleyen yılların sonbaharlarında hayal etmeliymiş. ne bileyim okul önlüğüyle okuldan gelirken ya da yazdan kalma bir günde bir parkta sararmış yaprak toplarken, ille de gülümserken...

zaman hızla akıp geçiyor, daha geçen sonbahar miniminicik kucaktan kucağa gezerken şimdi elleri havada etrafın tozunu attırıyor. işbilir edasıyla kah yerleri temizliyor kah masayı siliyor kah masa örütüsünü kafasına alıp süs yapıyor. her anı bambaşka güzel olan kuzucuğum en çok da kollarımda uyurken beni tamamlıyor. minik kalp atışları, mis gibi kokan nefesi, nefes alıp verişi, bana sarılışı, beni öpüşü.... yazarken bile ne çok özlüyorum...




neşeli bejna, sinirli bejna, obur bejna, iştahsız bejna, ağzındaki muzları halıya süren bejna, yedirdiğim makarnaları ağzından çıkarıp karoların üzerine dizen bejna, kalemle duvarları renklendiren bejna (oldukça renkli olan eğlenceli mutfak duvarını bile !), uyumayan bejna, banyodan kaçan bejna... ah bejna... nasıl anlatacağım seni bilemiyorum. ne yazsam bu duvara boş kalıyor sanki. yazıya sığındık da geldik buraya amaaa  babanı haklı mı çıkaracağız yoksa. kelimeler yetmeyecek mi sana.....

ne dersin kuzucuk, sonbahar mı yoksa?