Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Haziran 2011 Cuma

birgün gittik adaya

birgün gittik adaya
cicicici adaya:)
köpeğimi kaybettim başladım ağlamaya :'(

diye küçümen hallerimizde söylediğimiz bir şarkı vardı. işte biz de birgün gittik adaya, cicicici adaya...




annemin mersine gittiği, benim de izinli olduğum hafta faruk'un istanbulda önemli bir duruşması vardı. ben izindeyken, bejna ile günler zaten muhteşem geçiyordu. çarşamba gecesi canım cocacığım geç bir vakitte yorgun argın işten geldiğinde bejna çoktan uyumuştu. daha amasra yorgunluğunu dahi üzerimizden atamamıştık ama cocacığımın istanbul teklifi benim enerji depolamama yetti. faruk, "bak hazırlanmamız, bejnanın ara uyanmaları vesaire derken uyuyamadan yola çıkmamız gerekebilir, emin misin" dediyse de istanbul düşü beni durduramadı.

eh haliye sabahın 4'ünde yola çıktığımızda bejnanın ara uyanmaları da hesaba katılırsa uyuyamadan düştük yola. hiiiç önemli değildi ama bu ayrıntı. zira önümüzde 4 gün vardı dinlenecek ve eğlenecek. bejna bile sabaha karşı üzerini giydirmeme itiraz etmedi, hatta gezmeye gidileceğini anlamışçasına tebessümü dahi yüzünden eksik etmedi. duruşmaya yetişme stresi ile birleşen yolculuk biraz zor geçtiyse de sağ salim bakırköy adliyesine vardığımızda herşey yolundaydı. duruşma saatinde orda olmamıza rağmen duruşma sırasının bize gelmesini beklemek saatler alabilirdi. ne yapsak diye düşündük, sonra sıranın uzun olmadığını görünce duruşma salonu civarında beklemeye karar verdik. tabi bejna hanım tüm adliyeyi başımıza topladı etrafa saçtığı gülücükleriyle. babacık duruşmada iken biz de pek sıkılmadık. avukat teyzeler, amcalar bizi yalnız bırakmadılar miniminicik bir bebeği sevme uğruna. derken babacığın ismini çağırdı mübaşir amca. fakat babacık bir türlü içerden çıkamadı. çoook uzun süren duruşmanın ardından kararımızı alıp çıktık, floryaya doğru yol aldık. eskiden dayımın bizi sıklıkla götürdüğü uludağ lokantasına gittik, biraz da nostalji olsun diye...





biraz nostaljinin ardından hafta içi olduğu için ve biz de ziyadesiyle yorgun olduğumuzdan sessiz sakin olduğunu düşündüğümüz büyükadaya gidip biraz dinlenmeye karar verdik. sonrasında eş, dost, akraba ziyaretleri yaparız dedik. atladık bostancı vapuruna indik adaya. hiç sorgulamaksızın, yıllar önce kurulmuş bir düşü canlandırmak adına splendid palas'ta aldık soluğu. konfordan ne kadar uzak olursa olsun, yaşanmışlık kokan bu otel, bizi geçmişin romantizmi ile buluşturdu. yüzyıllardır kurulmuş tüm düşleri bize tattırdı. bir otelden ziyade bir müzede kalmış gibi hissettik kendimizi.




ada sokaklarında geçmişin kokusu ve dokusu eşliğinde uzun bir yürüyüş, ardından missss gibi deniz kokusu eşliğinde yenilen balık, deniz.... bu noktada eklemek gerekir ki, bejna yine çok canlıydı ve yerinde oturtmak mümkün olmadı. gördüğü her kedinin peşinden koşmak, duyduğu her çocuk sesini takip etmek isteği bizim yorgun bünyemizi adeta felç etti. eh, yemeğin ardından otele dönmek de bu noktada farz oldu.





hafta içi olmasına rağmen adanın o kalabalık hali, faytondan geçilmeyen dar sokakları, yapılan sevimsiz iskele, insanların anlayıştan uzak, saygısız tavırları bizi dinlendirmek yerine yordu, hayal kırıklığına uğrattı. tüm bunlara bejnanın huysuzlukları da eklenince gerisin geri tüm planları iptal edip ankara yolunu tuttuk. ben istanbuldan hiçbir zaman bu kadar istekle ayrılmamıştım. ama minik yaramaz demek ki gerçekten çok minikti ve onunla gezi planı yapmak pek de akıllıca değildi. bunu da öğrenmiş olduk, tecrübe defterimize not ettik...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder