Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Ekim 2022 Çarşamba

Sonbahar

 Gene bir kış evveli

Gene Eylül sıvası gibi dökülürken insanlık
Gene sararmışken ağaçlar ve içimiz
Gene yokoluş mevsimine sürüklenirken ruhumuz; 
Yaşamımın 40 yılında herşeyin aynı
Acıların aynı…
Sancıların aynı…
Yok oluşların, ölüme vuruşların aynı…
Gökyüzünün inadına güneş saçtığını görmeyi engelleyen perdenin aynı….olduğu,
Güzün, güzlerin ruhlarımızda açtığı yaranın neredeyse genetik bir miras gibi üzerimize kodlandığı bir yalancı, bir yabancı mevsimdeyiz… 
Uyusak uyansak hep aynı kor gece, hep aynı kara-sarı mevsim….

3 Şubat 2020 Pazartesi

bir sayının içinden geçtik...

aaannneee, hani biz yıl ağacını süsledik ve kutlama yaptık ya... hani bir sayının içinden geçmiştik, neydi o sayı? 2020 mi kızım? hah evet anne, 2020'ye girdik, içinden geçtik.

evet birbiri ardında geçiyoruz sayıların içinden, umutlar, özlemler, anılar, hayaller hepsi ahenk içinde flu bir şekilde bir araya gelir ya... çayın demlenmesi gibi, zaman ilerledikçe içimizdeki karışık duygular demleniyor bazı... küçük kızım da iki buçuk ay sonra dört yaşında olacak. dün gibiydi oysa bejna'nın iyice üç oldum ben anne diyen sesi. zeynom da sayılardan geçiyor, düşünüyor, oyunlar kuruyor, bir yönetmen misali bizlere roller biçim oynatıyor, kağıtlardan bebeklerine elbiseler yaparken, diğer yandan bitmez tükenmez enerjisiyle skutır üzerinde envai çeşit hareket yaparak bizlere her akşam mini gösteriler yapıyor. atlıyor, zıplıyor, taklalar, uzun atlamalar, uçmaya çalışmalar, tırmanmalar derken zaman ilerliyor. balerin olmak istiyor zeynoş da tıpkı birileri gibi. bize de filmi geri sarıp baştan seyretmek kalıyor. bir de tatlı sohbeti var ki... akşamları okuduğumuz kitaplar, onlar hakkında yaptığı yorumlar... keşke bir zaman makinesi olsa da herşeyi ama herşeyi kaydetse. ah zalimsin zaman! çaykovski, beethoven, mozart, bach, strauss bu aralar favorileri. bu kitap serisi gerçekten harika ve zeyno'nun ilgi alanında. içlerinde bach'a ait olan kitap yok, her akşam tutturuyor bach niye yok diye? ilerde devam eder mi bu ilgi merak bilmiyorum ama bana bu anları yaşattığı için ona minnettarım.

iki cadı kızıma da bana yine yeniden her an her dakika hayatı; pınarından kaynayan su gibi avuçlarıma bıraktıkları için, aşşırı ama aşırı tatlılıkları için. her anımızı bir şölen yaptıkları için... ve sayıların içinden geçerken hüzün yerine neşe saçtıkları için...

29 Kasım 2019 Cuma

bir başka dünya

sanırım artık okumaya vakitler azaldı. 140 karaktere sığdırıyoruz yaşamı, yaşamın anlamını, özlemlerimizi, isyanlarımızı... yazmayı böyle sevdi toplum galiba. kısa ve öz.. atasözleri ve deyimler tadında. bol "layklı" ve pek afilli laflarımız... 140 karaktere sığdıramıyorsak eğer, modası geçen facebook yerine instoş çılgınlığı başgösterdi. her birimiz, içinde bulunduğumuz yüzyılın verdiği sıkışıklıkla sığınıyoruz bir fotoğraf altı yazısına.. aforizma'lar oluyor içerik... içerik üretiyoruz. bir fotoğraf bir yaşama dair büyük kelamlar... zaten bu kelamlar öyle bir rağbet görüyor ki, alta yazılan yorumların verdiği gazla, basım evine gidiyor, hooop içerik üreticimiz o imza gününden bu imza gününe koşuyor...

olsun ben gene de "söz uçar yazı kalır"cılardanım.. herşeye rağmen hafızamın kayıt altına alınması benim için önemli.. anları sözcüklere dökmek belki kendi kişisel tarihimi yazmak :)) bu benim minik cadılarımın güncesi.. her gün her hafta hatta her ay yazamasam da birikenleri kelimelere dökmek yine de değerli...

zeyno'nun saçını ilk kez kestirirken illa perçem de istedim.. ben küçükken pek severdim kuaförler bana yakıştıramazdı... zeyno'nun perçemli hali ise anlatılmaz yaş-şanır... o afacan gözler iyice ortaya çıktı ve tatlılığına tatlılık kattı... fakat bejna'ya kesilmesi konusunda ikna edemedim kuaförümüzü... benim alnım dar olduğu için kesmiyorlardı, bejna'nın saçlar dalgalı diye... fakat bir şekilde deneyecektik :) bir akşam doğacık kaküllü saçlarıyla gelince bize, zaman işte bu zaman dedim... ertesi gün okul yarım gün olacağı için zeyno'yu kapıp okula gittim ben de. bejna çıkar çıkmaz da kuaföre yollandık ve bejna da böylelikle perçemliler tayfasına katıldı... bugüne kadar niye kestirmediğimize pişşşşman olduk vallahiii.

hava adeta bahar havasıydı.. zeyno demez mi ankara kalesine gidelim ankara kalesine gidelim.. tamam yaw dedim... atladık kaleye... üç buçuk yaşındaki kızım burçlara çıktı, etrafı seyretti ve gerçekten bir yetişkinden daha fazla zevk aldı. onları faruk'la ilk çıkmaya başladığımızda gittiğimiz and kafeye de götürüp anıları yad edecektim ama pazartesileri kapalı olduğunu öğrendik. olsun, oraya da başka zaman gideriz diyerek gezdik, tozduk.. o günden sonra da tadı damağında kalmış olacak ki, nerede eski bir yapı görse ankara kalesine benzettim de anne diyor...

zeyno'nun ilk sinema deneyimi de geçtiğimiz dünlerde oldu... faruk zeyno yüksek sesten rahatsız olabilir dediyse de inat ettim gittik sinemaya. bu kez de zeyno'ya bilet satmadılar. yüksek sesten rahatsız olur, ağlar, üç boyutlu gözlüğü çıkarır, gözlerini bozar dediler.. dediler de dediler yani. tek bilet aldık ama bejna da kardeşiyle izlemek için can atıyordu. bu hayalimiz içimizde mi kalsındı? oh, yooooo, asla! kapıdaki görevliye en azından deneyip deneyemeceğimizi, sevmezse çıkacağımızı, severse biletimizi alacağımızı söyledik. tabi ki bu iradeye karşı konulamazdı. gözlüklerimizi verdi ve bizim ekibi salona soktu. ben kızımı tanıyorum, a dostlar. ne ağladı, ne gözlüğü çıkardı, ne yüksek sesten rahatsız oldu. sadece ses çok yükseldiğinde ablasının uyarısıyla :) ağzını kocaman açarak kendi koruma yöntemlerini uygulamaya soktu. elimizde mısırlar, ekranda elsa, kar kristalleri, sarı yapraklar, buzdan atı, olaf derken o büyülü dünyayı zeyno da tatmış oldu.

oradan çıkıp dedeciğimizin yanına gittik, öğretmenler gününü de kutladık :) velhasıl cadılar büyüdükçe yaşamdan zevk alma biçimlerimiz de gelişiyor ve değişiyor... ilk bebeklik halleri geride kalırken, bıdır bıdır konuşmalarıyla çocukluk çağına evriliyor.

tatlı mı tatlı bejna ise aklıselim, olgun, şefkatli, anlayışlı duruşuyla bizleri büyülemeye devam ediyor.

kuşkusuz hayat zor, anlaşılmaz, karmakarışık... fakat hayat zevkli, heyecan verici... bu dünyaya çocuk getirilmez, diyenlerden olmadım hala da bu fikrim geçerli.. dünya ne zaman çok parlaktı ki? cadı avlarının yapıldığı, engizisyon mahkemelerinin olduğu ortaçağda mı, en korkunç savaşların yaşandığı 1900'lü yılların başında mı, acımasızlıkların masallara bile yansıdığı yüzyıllarda mı? dünya her zaman korkunçtu ve belki korkunç olmaya da devam edecek. ama bir taraftan da bir o kadar güzel  ve anlamlı ki... bir çocuğun bakışında, bir yağmur damlasında, bir kedinin salladığı kuyruğunda, çileğin büyüleyen kokusunda, dansta, şarkılarda.... hayat ayrıntılarda gizlidir. hele ki, dünyayı yeniden bir çocuğun gözlerinden görme şansını yakaladıysanız, ne ala.... sabah yağan yağmurda "bulutlar su savaşı mı yapıyor anne?" diyen bir çocukla sohbet edebilme şansı yakaladıysanız işte en güzel ayrıntı size....

26 Eylül 2019 Perşembe

aylar geçse de aradan....

aylar geçse de aradan bu blog çocuklarımın kişisel tarihi açısından benim için çok kıymetli... keşke bileklerim izin verseydi de faruk'un aldığı o güzel deftere el yazım ile yazabilseydim... sanırım en çok bunu isterdim.. ne yapalım, günümüzde artık bloglar var-dı. artık bloglar da okunmuyor, düşlerimizi, hayallerimizi, içimizden gelenleri 140 karakterle yazıvermek ya da instagramın izin verdiği ölçülere sığdırabilmek yeni yazı modası.... eskiden mesela haber programlarında bir gazetecinin makalesine yer verilir, makale okunur ve yorumlanırken; artık attıkları yazım yanlışları, anlatım bozuklukları, tuşlama hataları ile dolu twitleri okunup yorumlanıyor... berbat şey postmodernizm... ve tabii  ki, twitter ya da instagramda iki kelam edenler, e ben de yazıyorum artık bi bunları birleştireyim de adım kalsın diye bunları toplayıp kitap bastırıyor, imza günlerinden imza günlerine koşuyorlar :) sanırım artık kitabı olmayan çok az kimse kaldı şu kocca ülkede...  onların birer kitabı olurken, bizler kitapsız kaldık sonunda. e tabi bu tür kitabımsıların yüzyıllar sonraya kalmayacağını da birileri deyiverse, ne güzel olur-du.

neyse... konu o değil... konu zeyno ve bejna elbette ki... uzun zamandır yazamadım ve nerden başlasam sıkıntısı gene kağıda yansıdı. fakat içimdeki kuşlar zeyno ve bejna'nın dünyanın mucizesi olduğunu şakıyıp duruyorlar bana hep.. ve bu işte yaşamın gizi, mucizesi... bejna'nın sağduyulu, olgun, empatik ve sempatik halleri gün geçtikçe beni kendisine hayran bırakıyor. geçen gün ilkokul birinci sınıfların, arkadaşı ile kilosundan ötürü dalga geçtiklerini, arkadaşının buna sinirlenip onlara kızdığı bir esnada küçük çocukların önüne set olarak aslında kendi arkadaşını korumaya çalıştığını anlatırkenki sadeliğini hiç unutmayacağım. küçük çocuklar çok zorba, arkadaşımla dalga geçtiler ve ben arkadaşım daha fazla olayı büyütmesin diye küçüklerin önüne geçtim dedi. ben de ona "minik kahramanım" dedim... ya da geçtiğimiz hafta bir ufak meyve alerjisinin bünyemde yarattığı belirtileri görüp beni dinlenmem için ikna etmeye çalışması... ya da haftasonu bu alerjik reaksiyondan ötürü kanepeye uzandığım esnada, kardeşini alıp onu bir güzel giydirip (mor şort-sarı bluz), saçlarını iki belik ördükten ve kendisi de giyindikten sonra parka götürme gayreti... sırf ben bir beş dakika dinleneyim diye kardeşini oyalamaya çalışması... bunların hepsi yaşamın bir mucizesi değil de ne! bir türlü büyüdüğüne inanamadığım, dişsiz ağzı ile herkese gülücükler saçan, sarı-kıvırcık saçlı kız, büyümüş de neler düşünür olmuş. kitap kurdu olan bejna okuyacak kitap bırakmadıktan sonra kitapçıda görür görmez aldığım feride çiçekoğlu'nun "uçurtmayı vurmasınlar"ını da bir çırpıda okuyuvermiş... sevdin  mi dedim, çok sevdim anne dedi.. ama cezaevleri bu kadar kötü yerler olamaz değil mi dedi, içimden o an neler geçti neler... hayır, kendisi okumakla kalmamış bir arkadaşına da ödünç vermiş, o da teneffüslerde okuyormuş ve o da çok sevmiş kitabı... e, tabi bu gelişmeler son derece umut verici... büyüklerin 140 karektere ya da instagram sayfalarını sığdırdıkları gündelik hayatlarına rağmen, çocukların bu umut dolu dünyası büyüleyici değil de, ne!

zeyno peki neler yapıyor... yerinde duramayan, kıpır kıpır afacanım mesela dün bizi sokakta bıraktı. bejna'nın servisini beklerken, oynamak için elimden evin anahtarını al ve servise binmek üzere olan bejna'ya ver. elinde bir sürü eşyası olan bejna da servise binsin.. biz de sokakta anahtar arayalım filan... neyse ki eve girebildik ama ya giremeseydik, çilingir mi beklerdik artık bejna'nın okula gidip anahtar mı alırdık bilemedim.. üç buçuk yıl aradan sonra yani doğduğundan beri ilk kez kuaföre gidip bir de perçem kestiren zeyno, şirinliğine şirinlik kattığı için yaramazlıkları da şirin gözüküyor vallahi. çekmece tutamaklarını ayaklarını basarak tezgah üzerine çıkan, banyo radyatörüne tırmanan, temiz çamaşırların üzerinde dans etmeye bayılan ve tüm bu yaramazlık anlarında şirin şirin gülen bir minicik kız çocuğu! müzik ve dansla ilgisi ise son derece dikkat çekici. banim bazı dinlettiğim müzikler çok hoşuna gidiyor, mesela dinleye dinleye kalinka'yı öğrenmiş.. notalarına uygun bir şekilde söyleyişini betimlemek mümkün değil, dinlemeniz lazım. zira ne demişler, zeyno anlatılmaz, yaşanır! gittiğimiz tatil yerinde, parkta oynarken de başlamış kalinka söylemeye, o sırada moldovalı olan karina abla da duyunca çok şaşırmış ve birlikte söylemişler. bu sayede karina, şarkıyı kendi kardeşlerine de öğretme fırsatı bulmuş... bir de zeyno'nun oyun kurma becerisi ve hayalgücünü yansıtan oyunlar icat etmesi heyecanla izlediğim film gibi... bebeklerine çilek kız, elma kız, kahve kız gibi isimler bulması ve gerçek bireyler gibi hayat veren repliklerle konuşturması  gerçekten izlenmeye değer.. önünde bejna gibi bir ablanın ona örnek olması ise onu sonsuz zenginleştiriyor. bejna'nın arkadaşları ile arkadaşlık kurabiliyor, ortamları coşturuyor.. turist bir çocukla tanışan ve onunla ingilizce anlaşmaya çalışan ablaların yanına gidip "ben de ingilişçe biliyorum, yes" deyip o kız çocuğu ile ahbaplık geliştirme isteği görülesiydi... dedim ya, çocuklar bir derya... onları izlemek kişiye kendi çocukluğunu da veren bir tecrübe. adeta o minik avuçlarıyla kendi çocukluğumuzu da sihirli bir şekilde gözümüzün önüne getirip hayatla olan bağlarımızı sağlamlaştırıyorlar.

ne diyelim, selam olsun dünyanın bütün çocuklarına!


22 Temmuz 2019 Pazartesi

blogtaki ilk yazım

ben bejna olarak blogtaki ilk yazımı yazıyorum. yarın 9. yaş doğum günüm. zaman annemin de dediği gibi su gibi akıp geçiyor. kardeşim çok çabuk büyüdü.daha dün doğmuş, anne düt, baba meyme dudu,abla du diyordu. ama artık kelimeleri  oyunları,kıyafetleri dahası kendisi renklendi. bazenöyle cümleler kuruyor ki epey şaşırıyoruz. bir şeyleri kendi başına yapmaya bayılıyor.

bazen ufak yaramazlıklar da yapsa o çoooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooo😉oo...ktan da öte tatlı. ❤️                                                                                                                                                                                          bu aralar ben bir hikaye yazıyorum ve bu hikayeyi size de göstermek istiyorum. umarım okuduğunuzda beğenirsiniz 😃  😊                                                                                                                                                                                                                                                                       

6 Mart 2019 Çarşamba

kardeşlik

şu an birisi okulda diğer kreşte iki küçük kızkardeş... öykülerini beraber yazıyorlar, biz de eşlik ediyoruz. bejna, zeyno'yu beklerken isim önerilerinde bulunuyordu, bunlardan birisi de "ilkbaharmeleği" idi... ayşe, defne, alkım vs derken dedi ki ilkbaharmeleği olsun, baharda gelecek yanımıza... hernekadar ismini ilbaharmeleği koymadıysak da hele şu bahar günleri ışıldayan yüzüne bakınca zeyno'nun, ona ilkbaharmeleği diye seslenmekten kendimi alamıyorum. bejnam da yazmeleğim kuşkusuz... saçlarında yansıyan ışık hiç eksik olmasın üzerlerinden ve kardeşliklerinden... bir anne baba daha ne ister ki..



bejna çok şefkatli bir çocuk ve kardeşine gösterdiği ilgi ve alakanın yanı sıra sabrına da hayran bırakıyor bizi. zeyno tam bir zamane bebesi :) çılgınlıkları ile sınırları zorlamayı seviyor ve ablasını üzdüğü de oluyor. ama onsuz tek bir anı geçmesin istiyor. abla onun kalbi çünkü. ne kadar çok sevildiğini hissetmemesi ve o kadar çok sevmemesi mümkün mü? bunun en büyük kanıtı bejna'nın olmadığı zamanlarda ona geçmişte bir meseleden kızmışsam sürekli bunu sorgulaması sanırım... aralarındaki yaş farkının ilerleyen yıllarda küçük bir ayrıntıya dönüşeceği yıllarda birbirlerine gösterecekleri yoldaşlığı şimdiden heyecanla bekliyorum... şimdi bir resmi, bir boya kalemini paylaşırken, ilerde kıyafetlerini, arkadaşlarını paylaşacak ve hayatı daha bir keyifle kucaklayacaklar.

zeyno ile yıllar sonra yeniden aynı dönemlere döndük. benim anneliğimin ilk zamanlarını hatırlatması bir yana bana çocukluğumu da yaşatıyor olması pahabiçilemez... onunla sohbet etmek, sohbetin her anında şaşırmak ve ona sımsıkı sarılma isteği.. birlikte kitap okuyor ve bol bol evcilik oynuyoruz. evcilik oynamayı, oyun kurmayı çok seviyor. ben de küçükken parmaklarımı birbirlerine arkadaş yapar, konuştururdum. zeyno'nun da aynı şeyleri yapıyor olması bir mucize gibi geliyor bana.. kurduğumuz oyunlarda o doktor zeyno oluyor ve beni hemen iğne yapıp, krem sürerek iyileştiriyor, ya da bazan ben onun kızı oluyorum :) "kıjım kıjım, dikkat et düşersin" demelerine bitiyorum. ya da "kıjım ben sana ne yemek yapayım" diye soruyor, oyun hamurları ile mucizeler yaratıyor. bu yeteneğini mutfak tezgahına da taşıyor ara sıra... gelip omletini kendisi yapıyor, kurabiye hamurlarına şekil veriyor, babası ile birlikte balık unluyor mesela :)

bejna ise yaşının insanı.. kendi kendine harika resimler yapıyor, kıyafet ve çanta tasarımları yapıyor, hikayeler yazıyor, deneyler yapıyor ve çok okuyor... kardeşine yazdığı masallar da var :) aşağıda fotoğrafını koyduğum, bejna'nın zeyno için hazırladığı yılbaşı hediyesi olan kitabın kapağı... resim-baskı-cilt bizim işimiz!



anlatacak çok hikaye var, ancak yazacak zaman yahut heves her zaman olamıyor. bir de günümüzde bu bloglar okunmadığından blog yazarları dahi sosyal medya paylaşımları ile dertlerini anlatır oldu. çoğu kez bu durum bir tercihin ötesinde hayatın dayatması bence. çünkü okuyan sayısı azaldıkça sosyal medya platformları daha çok rağbet gördükçe eğilimler de buna göre biçimleniyor. gülten akın'ın Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya   dediği gibi; kimsenin vakti yok 140 karakterden fazlasını okumaya ve tabi ki durup ince şeyleri anlamaya.... olsun yazı iyidir, verba volant, scripta manent!

11 Ocak 2019 Cuma

pal sokağı çocukları

çocukluğumuzdan kalma bir anı.. kitabını okuyup okumadığımı bile hatırlamıyorum çocukken, ama aklımdan hiç çıkmadı adı, romanın başkahramanı ERNÖ NEMEÇSEK'in adı. kendi çocukluk yaşantımızla benzer duyguları yansıtmasından olacak; konusunu hep hayal meyal hatırladım, ta ki faruk bir gün filmini bana izletene kadar... filmden aklımda kalan ise, hamileliğin verdiği duygusallıktan olacak, kimi içime kimi dışıma akan gözyaşlarım oldu. 



şimdi ise bana bu yazıyı yazdıran şey, elbette çocuklarım sayesinde bir kez daha yaşama olanağı bulduğum çocukluğum oldu. kaçınılmazdır çünkü, çocuklarınızla bir kez daha yaşarsınız aynı dönemleri.. kızılay yapı-kredi yayınlarına uğradığım bir gün zeyno için "sevecen" adında bir uğurböceğinin arkadaşlarıyla olan maceralarına ilişkin bir kaç kitap ve bejna için de pal sokağı çocukları'nı aldım. tam bir kitap kurdu olan bejna, 2 gün içinde kitabı bitirdi ve o filmi yeniden izledik. bunun üzerine kitabı ben de okudum. bejna kadar hızlı olamadığımı itiraf ederek bejna'ya da hakkını teslim edelim. şu yaşımda yine o çocukluk duygularıyla okudum. üstelik öyle bir kitap ki, çocukluk duygularınıza yetişkinlik duygularınızın da eşlik etmemesi mümkün değil. 

kendilerine oyun alanı olarak seçtikleri "arsa" için o çocukların yürekten mücadelesi sanırım hepimize içinde bulunduğumuz telaş çağında bir nefes aldıracak enerjiyi verebilecek etkide... yine "macun derneği" hepimizi camların macunlandığı yıllara götürüyor. çeşitli sosyal sınıflardan farklı çocuklar, pal sokağı çocukları... ama hepsi çocukluklarına sahip çıkmak adına "arsa"larına sahip çıkmak için bedel ödemeyi göze almış durumda. ama elbette kiminin payına çok daha ağır bedeller düşüyor ne yazık ki... boka'nın erdemi, karşı saftaki kızıl gömleklilerin lideri feri ats'ın vicdanı, gereb'in ihaneti, diğerlerinin çocuksu masumiyeti ve tabi ki NEMEÇSEK'in cesareti.. ve gereb'i burada biz de aklayalım ve ihanetinin bedelini ödeyerek arkadaşlarıyla verdiği mücadeleyi atlamayalım. ancak dedim ya kiminin payına çok daha ağır bedeller düşüyor. kitabın bir yerinde, boka'nın tüm bu olanlar karşısında etrafı sorgulayışına ilişkin şu cümleler sarf edilmiş:"boka akıllı bir çocuktu, ama insanların birbirinden farklı olduğunu, bu farklılıkların nedenlerini kavramak için acı çekmemiz gerektiğini henüz öğrenememişti.” ve kitabın yazarı Ferenc Molnar, küçük kahramanlarına bu farklılıkların nedenlerini kavratacak acı tecrübeleri de yaşatmaktan geri durmaz.. küçücük bedeni ile akıl almaz cesaretin bir arada buluştuğu sarı saçlı güzel çocuk NEMEÇSEK'in, çocukluğunu adadığı "arsa"nın yok oluşuna şahit olmadan bu yaşama gözlerini yumması gibi, pal sokağı çocuklarının uğruna ne büyük mücadele ettikleri "arsa"larının ellerinden alınması gibi.... 

elbette bu yazının konusu ne bir film ne de bir kitap eleştirisi. sadece hayata dair, çocukluğa ve yetişkinliğe dair duygularımızı ifade etmek istedim. kitap 1906'da yazılmış olmasına rağmen; insanların yaşadıkları duyguların, boka'ya acı çektiren farklılıkların, kentsel dönüşüm sonucu yok olan sokakların, o sokaklarla birlikte yitip giden anıların, suriye'den göç ederek kendi "arsa"larını bırakıp gelmek zorunda kalan çocukların, bombalarla yok edilen sur sokaklarının, sur sokaklarının tarihe tanıklık eden taşlarının, özlemlerin, bitip tükenmeyen umutların...kısacası herkesin kendini bir yerinde bulacağı bir hayatın tercümesiydi. ben kendi adıma okumaktan mutluluk duydum...