Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Eylül 2019 Perşembe

aylar geçse de aradan....

aylar geçse de aradan bu blog çocuklarımın kişisel tarihi açısından benim için çok kıymetli... keşke bileklerim izin verseydi de faruk'un aldığı o güzel deftere el yazım ile yazabilseydim... sanırım en çok bunu isterdim.. ne yapalım, günümüzde artık bloglar var-dı. artık bloglar da okunmuyor, düşlerimizi, hayallerimizi, içimizden gelenleri 140 karakterle yazıvermek ya da instagramın izin verdiği ölçülere sığdırabilmek yeni yazı modası.... eskiden mesela haber programlarında bir gazetecinin makalesine yer verilir, makale okunur ve yorumlanırken; artık attıkları yazım yanlışları, anlatım bozuklukları, tuşlama hataları ile dolu twitleri okunup yorumlanıyor... berbat şey postmodernizm... ve tabii  ki, twitter ya da instagramda iki kelam edenler, e ben de yazıyorum artık bi bunları birleştireyim de adım kalsın diye bunları toplayıp kitap bastırıyor, imza günlerinden imza günlerine koşuyorlar :) sanırım artık kitabı olmayan çok az kimse kaldı şu kocca ülkede...  onların birer kitabı olurken, bizler kitapsız kaldık sonunda. e tabi bu tür kitabımsıların yüzyıllar sonraya kalmayacağını da birileri deyiverse, ne güzel olur-du.

neyse... konu o değil... konu zeyno ve bejna elbette ki... uzun zamandır yazamadım ve nerden başlasam sıkıntısı gene kağıda yansıdı. fakat içimdeki kuşlar zeyno ve bejna'nın dünyanın mucizesi olduğunu şakıyıp duruyorlar bana hep.. ve bu işte yaşamın gizi, mucizesi... bejna'nın sağduyulu, olgun, empatik ve sempatik halleri gün geçtikçe beni kendisine hayran bırakıyor. geçen gün ilkokul birinci sınıfların, arkadaşı ile kilosundan ötürü dalga geçtiklerini, arkadaşının buna sinirlenip onlara kızdığı bir esnada küçük çocukların önüne set olarak aslında kendi arkadaşını korumaya çalıştığını anlatırkenki sadeliğini hiç unutmayacağım. küçük çocuklar çok zorba, arkadaşımla dalga geçtiler ve ben arkadaşım daha fazla olayı büyütmesin diye küçüklerin önüne geçtim dedi. ben de ona "minik kahramanım" dedim... ya da geçtiğimiz hafta bir ufak meyve alerjisinin bünyemde yarattığı belirtileri görüp beni dinlenmem için ikna etmeye çalışması... ya da haftasonu bu alerjik reaksiyondan ötürü kanepeye uzandığım esnada, kardeşini alıp onu bir güzel giydirip (mor şort-sarı bluz), saçlarını iki belik ördükten ve kendisi de giyindikten sonra parka götürme gayreti... sırf ben bir beş dakika dinleneyim diye kardeşini oyalamaya çalışması... bunların hepsi yaşamın bir mucizesi değil de ne! bir türlü büyüdüğüne inanamadığım, dişsiz ağzı ile herkese gülücükler saçan, sarı-kıvırcık saçlı kız, büyümüş de neler düşünür olmuş. kitap kurdu olan bejna okuyacak kitap bırakmadıktan sonra kitapçıda görür görmez aldığım feride çiçekoğlu'nun "uçurtmayı vurmasınlar"ını da bir çırpıda okuyuvermiş... sevdin  mi dedim, çok sevdim anne dedi.. ama cezaevleri bu kadar kötü yerler olamaz değil mi dedi, içimden o an neler geçti neler... hayır, kendisi okumakla kalmamış bir arkadaşına da ödünç vermiş, o da teneffüslerde okuyormuş ve o da çok sevmiş kitabı... e, tabi bu gelişmeler son derece umut verici... büyüklerin 140 karektere ya da instagram sayfalarını sığdırdıkları gündelik hayatlarına rağmen, çocukların bu umut dolu dünyası büyüleyici değil de, ne!

zeyno peki neler yapıyor... yerinde duramayan, kıpır kıpır afacanım mesela dün bizi sokakta bıraktı. bejna'nın servisini beklerken, oynamak için elimden evin anahtarını al ve servise binmek üzere olan bejna'ya ver. elinde bir sürü eşyası olan bejna da servise binsin.. biz de sokakta anahtar arayalım filan... neyse ki eve girebildik ama ya giremeseydik, çilingir mi beklerdik artık bejna'nın okula gidip anahtar mı alırdık bilemedim.. üç buçuk yıl aradan sonra yani doğduğundan beri ilk kez kuaföre gidip bir de perçem kestiren zeyno, şirinliğine şirinlik kattığı için yaramazlıkları da şirin gözüküyor vallahi. çekmece tutamaklarını ayaklarını basarak tezgah üzerine çıkan, banyo radyatörüne tırmanan, temiz çamaşırların üzerinde dans etmeye bayılan ve tüm bu yaramazlık anlarında şirin şirin gülen bir minicik kız çocuğu! müzik ve dansla ilgisi ise son derece dikkat çekici. banim bazı dinlettiğim müzikler çok hoşuna gidiyor, mesela dinleye dinleye kalinka'yı öğrenmiş.. notalarına uygun bir şekilde söyleyişini betimlemek mümkün değil, dinlemeniz lazım. zira ne demişler, zeyno anlatılmaz, yaşanır! gittiğimiz tatil yerinde, parkta oynarken de başlamış kalinka söylemeye, o sırada moldovalı olan karina abla da duyunca çok şaşırmış ve birlikte söylemişler. bu sayede karina, şarkıyı kendi kardeşlerine de öğretme fırsatı bulmuş... bir de zeyno'nun oyun kurma becerisi ve hayalgücünü yansıtan oyunlar icat etmesi heyecanla izlediğim film gibi... bebeklerine çilek kız, elma kız, kahve kız gibi isimler bulması ve gerçek bireyler gibi hayat veren repliklerle konuşturması  gerçekten izlenmeye değer.. önünde bejna gibi bir ablanın ona örnek olması ise onu sonsuz zenginleştiriyor. bejna'nın arkadaşları ile arkadaşlık kurabiliyor, ortamları coşturuyor.. turist bir çocukla tanışan ve onunla ingilizce anlaşmaya çalışan ablaların yanına gidip "ben de ingilişçe biliyorum, yes" deyip o kız çocuğu ile ahbaplık geliştirme isteği görülesiydi... dedim ya, çocuklar bir derya... onları izlemek kişiye kendi çocukluğunu da veren bir tecrübe. adeta o minik avuçlarıyla kendi çocukluğumuzu da sihirli bir şekilde gözümüzün önüne getirip hayatla olan bağlarımızı sağlamlaştırıyorlar.

ne diyelim, selam olsun dünyanın bütün çocuklarına!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder