Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Kasım 2019 Cuma

bir başka dünya

sanırım artık okumaya vakitler azaldı. 140 karaktere sığdırıyoruz yaşamı, yaşamın anlamını, özlemlerimizi, isyanlarımızı... yazmayı böyle sevdi toplum galiba. kısa ve öz.. atasözleri ve deyimler tadında. bol "layklı" ve pek afilli laflarımız... 140 karaktere sığdıramıyorsak eğer, modası geçen facebook yerine instoş çılgınlığı başgösterdi. her birimiz, içinde bulunduğumuz yüzyılın verdiği sıkışıklıkla sığınıyoruz bir fotoğraf altı yazısına.. aforizma'lar oluyor içerik... içerik üretiyoruz. bir fotoğraf bir yaşama dair büyük kelamlar... zaten bu kelamlar öyle bir rağbet görüyor ki, alta yazılan yorumların verdiği gazla, basım evine gidiyor, hooop içerik üreticimiz o imza gününden bu imza gününe koşuyor...

olsun ben gene de "söz uçar yazı kalır"cılardanım.. herşeye rağmen hafızamın kayıt altına alınması benim için önemli.. anları sözcüklere dökmek belki kendi kişisel tarihimi yazmak :)) bu benim minik cadılarımın güncesi.. her gün her hafta hatta her ay yazamasam da birikenleri kelimelere dökmek yine de değerli...

zeyno'nun saçını ilk kez kestirirken illa perçem de istedim.. ben küçükken pek severdim kuaförler bana yakıştıramazdı... zeyno'nun perçemli hali ise anlatılmaz yaş-şanır... o afacan gözler iyice ortaya çıktı ve tatlılığına tatlılık kattı... fakat bejna'ya kesilmesi konusunda ikna edemedim kuaförümüzü... benim alnım dar olduğu için kesmiyorlardı, bejna'nın saçlar dalgalı diye... fakat bir şekilde deneyecektik :) bir akşam doğacık kaküllü saçlarıyla gelince bize, zaman işte bu zaman dedim... ertesi gün okul yarım gün olacağı için zeyno'yu kapıp okula gittim ben de. bejna çıkar çıkmaz da kuaföre yollandık ve bejna da böylelikle perçemliler tayfasına katıldı... bugüne kadar niye kestirmediğimize pişşşşman olduk vallahiii.

hava adeta bahar havasıydı.. zeyno demez mi ankara kalesine gidelim ankara kalesine gidelim.. tamam yaw dedim... atladık kaleye... üç buçuk yaşındaki kızım burçlara çıktı, etrafı seyretti ve gerçekten bir yetişkinden daha fazla zevk aldı. onları faruk'la ilk çıkmaya başladığımızda gittiğimiz and kafeye de götürüp anıları yad edecektim ama pazartesileri kapalı olduğunu öğrendik. olsun, oraya da başka zaman gideriz diyerek gezdik, tozduk.. o günden sonra da tadı damağında kalmış olacak ki, nerede eski bir yapı görse ankara kalesine benzettim de anne diyor...

zeyno'nun ilk sinema deneyimi de geçtiğimiz dünlerde oldu... faruk zeyno yüksek sesten rahatsız olabilir dediyse de inat ettim gittik sinemaya. bu kez de zeyno'ya bilet satmadılar. yüksek sesten rahatsız olur, ağlar, üç boyutlu gözlüğü çıkarır, gözlerini bozar dediler.. dediler de dediler yani. tek bilet aldık ama bejna da kardeşiyle izlemek için can atıyordu. bu hayalimiz içimizde mi kalsındı? oh, yooooo, asla! kapıdaki görevliye en azından deneyip deneyemeceğimizi, sevmezse çıkacağımızı, severse biletimizi alacağımızı söyledik. tabi ki bu iradeye karşı konulamazdı. gözlüklerimizi verdi ve bizim ekibi salona soktu. ben kızımı tanıyorum, a dostlar. ne ağladı, ne gözlüğü çıkardı, ne yüksek sesten rahatsız oldu. sadece ses çok yükseldiğinde ablasının uyarısıyla :) ağzını kocaman açarak kendi koruma yöntemlerini uygulamaya soktu. elimizde mısırlar, ekranda elsa, kar kristalleri, sarı yapraklar, buzdan atı, olaf derken o büyülü dünyayı zeyno da tatmış oldu.

oradan çıkıp dedeciğimizin yanına gittik, öğretmenler gününü de kutladık :) velhasıl cadılar büyüdükçe yaşamdan zevk alma biçimlerimiz de gelişiyor ve değişiyor... ilk bebeklik halleri geride kalırken, bıdır bıdır konuşmalarıyla çocukluk çağına evriliyor.

tatlı mı tatlı bejna ise aklıselim, olgun, şefkatli, anlayışlı duruşuyla bizleri büyülemeye devam ediyor.

kuşkusuz hayat zor, anlaşılmaz, karmakarışık... fakat hayat zevkli, heyecan verici... bu dünyaya çocuk getirilmez, diyenlerden olmadım hala da bu fikrim geçerli.. dünya ne zaman çok parlaktı ki? cadı avlarının yapıldığı, engizisyon mahkemelerinin olduğu ortaçağda mı, en korkunç savaşların yaşandığı 1900'lü yılların başında mı, acımasızlıkların masallara bile yansıdığı yüzyıllarda mı? dünya her zaman korkunçtu ve belki korkunç olmaya da devam edecek. ama bir taraftan da bir o kadar güzel  ve anlamlı ki... bir çocuğun bakışında, bir yağmur damlasında, bir kedinin salladığı kuyruğunda, çileğin büyüleyen kokusunda, dansta, şarkılarda.... hayat ayrıntılarda gizlidir. hele ki, dünyayı yeniden bir çocuğun gözlerinden görme şansını yakaladıysanız, ne ala.... sabah yağan yağmurda "bulutlar su savaşı mı yapıyor anne?" diyen bir çocukla sohbet edebilme şansı yakaladıysanız işte en güzel ayrıntı size....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder